Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 11
Kurumsallaşma fikirlerin hızlı yayılmasına yol açabilir lakin bu zorunlu olarak fikirlerin tarihsel bir etkilerinin olacağı anlamına gelmez. Bir kurumun ortaya çıkışının farklı sebepleri olabilir lakin kurumun kendisi dolayımsız olandan dolayımlı olana geçişin bir sonucudur. Bu sonucun üzerinde iki gerilimin etkisi vardır: dolayımsız olanın artık dolayımsız olarak kalamaması ve dolayımlı olanın varlığını sürdürme çabası. Sonuç olarak, kurumun karakteri kendi varlığını koruma çabasını içermektedir.
Kurum, kendi varlığını koruma çabasının sonuçlarından biri olarak, zorunlu (kategorik) bir sonuç olmak zorunda değildir. Yavaş yavaş gelişen, alttan alta kaynayan ve bir anda fışkıran fikirlerin yayılması en azından Fransız Devrim’inden beri kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Fikirler dolayımsız bir halde oluşurlar. Bu oluşum, şekillenen bir fikrin gerçeğe dönüşmesi anlamına gelir. Kuşkusuz bu, fikrin doğuşunu göstermez, daha doğru bir ifadeyle bu oluşum tarihin sürekliliği içinde anlaşılmalıdır. Bu durumdan önce vardırlar ve şüphesiz, bu durumdan sonra da var olmaya devam edeceklerdir. Dolayımsız halde kendini gerçekleştiren fikirler ifade olarak ortaya çıkarlar. Kendi varlığını koruma
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 12
çabası, başka bir deyişle “zamana karşı direnmek”, dolayımsız olandan dolayımlı olana geçiştir, o yüzden dolayımsız olma hali zamanla çatışma halinde olmama anlamındadır. Tam da bu yüzden fikirler kendilerini gerçekleştirme ihtimalini dolayımsız durumda bulurlar; zira dolayımsız olan zamanla uyum içerisindedir.
Zamana karşı direnmek fikirler için daha çok var olma mücadelesine hizmet eder ya da başka bir deyişle dolayımsız durum kendini gerçekleştirme koşulunu sağlar. Öyle ya da böyle, dolayımsız hal, zamana karşı direnmemek ve varlığını korumamak anlamına gelir. Fikirlerin kendini ifade veçhesinde sunması kendilerini gerçekleştirme eylemiyle ilişkilidir ve eğer ifadeler kendilerini eylemler olarak ortaya koyarsa, eylemler bir dolayımsızlık içerir. İfade ayrıca sembolik olanla doğrudan bir ilişki kurmaya çalışır. Bu yaklaşım bize, şu olaydaki muğlak fikri aydınlatma fırsatı verir:
“Çatışmaların başladığı günün akşamı, Paris’in bir çok mahallesinde saat kulelerine ateş açıldığı görüldü, bir-birinden habersiz ve aynı anda. Görgü tanığı şair, biraz da kafiye aşkıyla, olayın anlamını yakalamıştı:
Amma garip şey! Yeni Yeşualar, yaşamak için ânı,
Durduramayınca başka türlü akıp giden zamanı,
Kurşunlamışlar kulelerdeki akrebi, yelkovanı”1
Bu çatışmaların başladığı gün, geçişsiz olan dolayımsız durumun kelimenin tam anlamıyla iyi bir örneğidir. Geçişsiz terimini, nesne yokluğu anlamına geldiği dilbilgisinden ödünç alıyoruz. Benzetme yoluyla, doğrudan ya da dolaylı hiçbir aracısı olmayan bir durumu tanımlamak için kullanıyoruz. Dolayımsız olan ile dolayımlı olan arasındaki fark, doğrudan ya da dolaylı bir ilişki içinde olma temelinde oluşmaz. Dolayımsız olanın karakteri, dolayımlı olanın ilişkisiyle
1 Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk Walter Benjaminden Seçme Yazılar, Haz. Nurdan Gürbilek, İstanbul: Metis Yayınları, sf.47
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 13
tamamen çelişir. Her ikisi de, dolayımsız olan ve dolayımlı olan, birbirini takip edebilir ve iç içe geçebilir. Tarihte, iktidara karşı ayaklanma günleri, imparatorlukların çöküş günleri, dolayımsız olanın örneklerini içerir. İşte bu örneklerden biri, insanların saat kulelerine saldırdığı 1830 Temmuz’undaki devrimci günlerde yaşanmıştır.
Bu dolayımsız durumda, varlıklarını koruma çabası içinde olan ve zamana karşı direnen fikirlerden ziyade kendini gerçekleştirmiş olan fikirleri buluruz. Bunlar bazen anlaşılmaz bazen açık olsalar da sonuçta bir ifade olarak ortaya çıkarlar. Dolayımsız durum bu ifadenin oluşumu için uygun bir zemindir; zira aracılaştırma devre dışıdır ve fikirlerin bir kurum aramaya ihtiyacı yoktur. İfade ve sembolik olan arasındaki doğrudan ilişki nedeniyle uygun bir zemindir. Kendilerini ifade olarak ortaya koyan fikirler, kendilerinden bir şey kaybetmedikleri için bunu bir gerçekleşme koşulu olarak bulurlar. Aksine, dolayım ilişkisinin, etkileşim biçimi nedeniyle fikirler üzerinde etkileri vardır. Bir şeyi kaybetmek kendi başına mutlaka olumsuz bir anlam taşımaz; aynı zamanda bize fikirlerin bütünlüğünü ve hatta ifadenin bütünlüğünü gösterir. Aracılık ilişkisinin kendisi olumsuz olarak değerlendirilmese bile, kurumların aracılığının ifadenin yararına olmadığını iddia edebiliriz.
Dahası, kurumların bu aracılığı, bir itme ve sansür işlevi görüyor en azından, ifade biçimi için bir belirleme gerilimi içeriyor. Kurum sorununa odaklanmadan önce, dolayımsız durumda kalma, yani zamanı durdurmak için kadranı kurşunlama arzusuna değinmemiz gerekiyor. Henüz kurumsallaşma sürecinde olmayan bu fikirlerin tarihsel bir etki yaratıp yaratmayacağını bilemeyiz. Tarihsel etkilerinin olup olmayacağını tarihin yazılma biçimi belirleyecektir. Muğlak fikirler kendilerini ifadenin bir veçhesi olarak ortaya
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 14
koyarlarken, tarih dolayımsız durumda yapılır. Zamanı durdurmak için kadranı kurşunlamak, anındalık içeren bir eylem örneğidir. Kendini eylem olarak sunan ifade, sembolik olanla doğrudan bir ilişki kurmaya çalışır. Zamanın sembolü olarak kadran, dolayımsız durumda kalmak isteyen şeyin hedefidir. Walter Benjamin’in örneğinde, daha önce bahsettiğimiz iki gerilimden biri, yani dolayımsız olanın artık dolayımsız kalamayacağı, yani zamana direnme ve ifade ile sembolik olan arasındaki doğrudan ilişki çakışır. Sembolik olan tartışmasına başka bir katkı için bir başka örneğe, Ece Ayhan’ın bir iktisatçının sözlerini alıntılamasına bakabiliriz:
“Coğrafyada bir çember tasarlayalım, geniş. Kasaba da tam ortasında olsun. Hemen herkes tarlalarında buğday ekiyor, eksin. En yakın tarlanın buğdaylarını borsaya taşımak için giderler az olacak elbet, en uzaktaki (sı-nırdaki) tarlanın buğdaylarının taşıma giderleri ise çok. […] Ama dikkatinize sunacağım önemli bir gerçek var. Borsadaki fiyatı sınırdaki tarlanın bu buğdayı belirli-yor. Evet, işte bu ‘marjinal’ tarla!”2
Bu metni kapitalizme göre bir kentin kurulumu perspektifinden yorumlayabiliriz. Marjinal tarlası borsadan uzak bir merkez fikri, kapitalizmin ideolojik cephesinin tipik bir örneğidir. Buğdayın fiyatını neden borsaya daha yakın olan tarlanın belirlememesinin sebebi borsaya daha yakın olan birçok tarla olmasıdır; zira borsa tam merkezde değildir. Kapitalizme dayalı bir kentin kurulumunda merkez meydanda bulunur. Bu meydan dükkanlardan, yönetimlerden, borsadan vs. oluşur, ancak şunu belirtmek çok önemlidir ki meydanın tam ortasında egemenliğin bir sembolü vardır, örneğin bir heykel ya da bir bayrak (ve bu sembol genellikle falliktir.) İktidarın kendisi bu kurulumda asla tam merkeze gelmez,
2 Ece Ayhan, Bir Şiirin Bakır Çağı, 3. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013, p. 33.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 15
ancak orada her zaman onun bir sembolü vardır. Egemenlik sembolleri iktidar yerine oradadır.
Sembolik oldukları için kurşunlanan ve muhtemelen Paris’in merkezi meydanlarında bulunan Benjamin’in saat kuleleri örneği de bu çatışmayı içerir. Zamanın sembolü olarak kadran, zamanın kendisi gibi dolayımsız durumda kalmak isteyenler tarafından saldırıya uğrar, zamanı durdurmak isterler. Kadranları kurşunlayarak zamanı durdurmaya yönelik bu saçma fikir ancak dolayımsız durumda anlamlı olabilir. İfadenin kendisi amaçtan daha önemli hale gelir. Bir anlamda fikrin dolayımsız durumda kendini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. İfade ve sembolizm arasındaki doğrudan ilişki bize bir mizah duygusu da verir. Kurumların aracılığının itme ve sansür işlevi tersine çevrilir; ifade, kurumların aracılığı tarafından belirlenen biçimine geri dönmez, çeşitlenir ve ifade patlaması bu doğrudan ilişkinin bir başka sonucu olabilir.
Benjamin’in Temmuz Devrimi sırasında geçen bu örneği tesadüfen seçilmemiştir. Sezgi yaratmak bu pasajın sonuçlarından biridir ve en azından Fransız Devrimi’nden bu yana fikirlerin yayılmasına kurumlar aracılık etmiştir. Bu fikirler dernekler, siyasi partiler ve benzeri kurumlar aracılığıyla varlığını sürdürür, iktidara ya da merkezde olana karşı çıksalar, dolayımsız olarak kalamasalar bile… Karşı çıktıklarına özdeş formlar inşa etmeye başlarlar. Bu durumun açıklaması bize Lacan’ın şu yaklaşımıyla paralel görünmektedir; buna göre “sembolik olanda reddedilen her şey gerçek olanda yeniden ortaya çıkar”. Anlık durum yalnızca iktidara ya da merkezde olana tepki olarak fikirlerin oluşumunu içerir. Bu fikirler dolayımsız durumda oluşur ve karakter olarak tepkiseldir. Eğer bu fikirler varlıklarını koruma eğiliminde ise, koruma karakteri en azından biçimsel olarak merkezde olanla bir benzerlik yaratır. Bu anlamda
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 16
bir kurum yaratmak, merkezde olanla aynı temelde olmak demektir. Bu nedenle muhalefetin biçimi merkezde olan tarafından belirlenir. Kopuş söz konusu değildir. Bu aynı temel, ikisi arasındaki karşılaştırma imkânını ya da ikisi arasındaki farkların belirlenmesini oluşturur. Sonuç olarak bu karşıtlık niceliksel bir çaba değil midir? Şüphesiz, fikirlerin hızla yayılmasına yol açabilir, ancak tarihsel etki temelde niteliksel bir olgudur.
Daha önce kurumun dolaysız olandan dolayımlı olana geçişin sonuçlarından biri olduğunu ifade etmiştik. Bu çalışmada tarihte dolayımlı olan ile dolayımsız olan arasındaki ardışıklığı takip etmek ya da tarihin nasıl yazılacağını tartışmak yerine, tarihsel bir soru sorup onu irdelemeye çalışacağız.
Tarihin sürekliliğine bağlı olarak “merkezde olma” tartışması düşüncesi bize şu soruyu sordurur: Tarih boyunca kurumsallaşan nedir? Elbette, devletlerin (dolayımsız ya da dolayımlı) eşlik ettiği tarihin bütününü gözden geçirmek zorundayız. Eğer tarihte bir süreklilik varsa, tarih boyunca kurumsallaşmış olan şey başka temel biçimlerin varlığına izin vermez. Dahası, birden fazla biçime sahip olabilir. Dahası, tarihin tamamını kat edebilmek için kökenine inmek gerekir. Ancak bu köken arayışı ilkel olana geri dönüş anlamına gelmez. Kökende bulmak istediğimiz temel, sabit ve temel bir insan doğası yaklaşımı olarak tarih boyunca sürekli ele alınmıştır. Dolayısıyla bu kökene dair referansı dinamik bir referans olarak görmemiz gerekir. Her durumda kökene dair olan ile tarihsel insan arasındaki ilişki sabitlenemese de bitkiler ve evcil hayvanlar için köken tartışması farklı olabilir:
“Evcil bitkilerde ve evcil hayvanlarda, yetiştirmenin dışsallığından ve aktarımcılığından ötürü, kökensel bir tür korunmuş olabilir; insanda bu olmaz. Evcil bitki-lerde ve evcil hayvanlarda, tabii, soylulaştırılarak lüks
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 17
güle dönüştürülen basit yaban gülü vardır, bütün evcil güvercinlerimizin kökeninde vahşi kaya güvercini var-dır, icabında ona dönebilir bu yeni mahsuller. Tarihsel insan ise vahşileştiğinde bile, değişik tarihsel evcil-leştirmelerin kaynağı olan kök-insan olamaz asla bir daha. Gayet iyi bildiğimiz, tarihsel konumu malum bir güdüsel psikopati ile, dekadan bir barbara dönüşebilir; bir parça Mavi Sakal veya Neron veya Kaligula veya Hitler olabilir, fakat “sağlıklı Diluvium”dan gelme bir Neandertal insanı olamaz.”3
Tarihin tamamını kat etmek, genel olmak ve dolayımsız ya da dolayımlı durumların buna eşlik etmesi demektir. Dolayısıyla, bir ağaç halkasının profili gibi tarihsel bir çizgi bulmamız gerekir. Tüm halkalara değen işte bu çizgi kökene işaret eder. Dahası, tüm tarihi kat eden şey, psikanalitik yaklaşımla paralellik kurabileceğimiz şekilde, sembolü merkezde olan “olanı” her zaman olumlar ve bütünlüğü reddeder. Dolayısıyla, sembolik olarak merkeze gelene uygunluğu (ortodoks karakteri) ve genel olana karşıtlığı (ya nüfuz etme ya da evrim yoluyla tüm durumlarda bulunan karakteri) bizi iki yönü olan bir terim aramaya yönlendirir: biri bu terimin bir tür genellik içermesi ve diğeri de terimin olası tüm dallarda kendisine özgü bir karakter içermesi gerektiğidir. Dolayısıyla “uzmanlaşma” terimi, “kendini bir dalla sınırlamak” o dalı temsil ettiği ölçüde, anlamı itibariyle bu iki yönü de kapsar. Öyleyse sorumuzu yeniden ifade edebiliriz: Tarih boyunca kurumsallaşmış olan şey “uzmanlaşma” olabilir mi?
Uzmanlaşmanın multidisipliner çalışma gerektiren bir konu olduğunun altının çizilmesi gerekiyor. Bu konuda belirli bir sınırlama ile çalışmak içsel bir çelişki olarak değerlendirilebilse bile, bunu çok disiplinli çalışmanın
3 Ernst Bloch, Umut İlkesi, Cilt 1, Çev. Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007, s. 94.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 18
temelini oluşturabilecek temel bir disiplinle sınırlamaya çalışıyoruz.
Kuşkusuz en başından beri temel bir disiplin olarak felsefe, en azından Avrupa felsefesi, hakikatin özü (ἀλήθεια) sorusuna kayıtsız kalmamıştır. Hatta “felsefe” olarak adlandırılan şeyin Antik Yunan düşüncesinde bu soru nedeniyle ortaya çıktığını iddia edebiliriz. Parmenides’ten Platon’a kadar adalet, hakikate ulaşmanın koşulu olarak görülür. Platon’un “Adalet nedir?” sorusuna adanmış olan Devlet eseri, merkezinde adalet olan ideal kenti tanımlayarak başlar ve uzmanlaşma Platon’un cevabının temelini oluşturur, çünkü şehrin oluşumunu iş bölümüyle başlatır. Hipotezimiz, uzmanlaşmanın tarih boyunca kurumsallaşmış bir şey olarak olumlanmasına dayanmaktadır. Alain Badiou’nun Platon’un bu orijinal metinden yaklaşık yirmi dört yüzyıl sonra Devlet’i modernize etmesi, bu inceleme için bize bir pozisyon sağlamaktadır. İki eseri uzmanlaşma açısından karşılaştırabiliriz: Uzmanlaşma açısından bu iki eser arasında radikal bir fark var mıdır? Bu, tartışmanın tarihselliğini kavramak açısından da önemli bir sorudur. Kısacası, uzmanlaşma üzerine bu iki çalışma arasındaki olası radikal farklılık, bize bunun yirmi dört yüzyıllık tarihsel deneyimin bir sonucu olduğunu iddia etme imkanı verir. Badiou, metnin orijinal bağlamına sadık kalmaktadır. Projektif olarak modernize edilmiş metnin de “olması gereken”e dair bir belirleme içerdiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, iki eser arasındaki zamansal fark bize uzmanlaşmanın kurumsallaşmasını tarihte ancak ve ancak modernize edilmiş metnin uzmanlaşmaya ilişkin orijinal metne göre radikal bir değişim içermesi halinde kavrama imkânı verir.
Devlet’i uzmanlaşma bağlamında okuyarak başlayacağız. Uzmanlaşma ilkesinin kökenini açıklamak için metnin
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 19
kronolojik sırasını takip edeceğiz. Adalet tartışmasına odaklanan diyaloğun başlangıcını inceleyerek başlayacağız. Yanlış adalet anlayışlarını inceledikten sonra, uzmanlaşma ilkesinin belirlenmesini takiben kentin doğuşunu ayrıntılı olarak açıklayacağız. Kentte yeni bir sınıfın doğuşu ve onun eğitimi bir sonraki tartışmanın içeriğini oluşturmaktadır. Daha sonra uzmanlaşma ilkesine dayalı adalet tanımını ve bu tanımın bireye uygulanması ile tamamlanan adalet arayışını tartışacağız. Uzmanlaşma ilkesini ihlal eden kent ve birey için adaletsizliği inceleyerek sonuçlandıracağız. “Devlet’te Adalet ve Uzmanlaşma” başlıklı ilk bölümde amacımız Platon’un uzmanlaşmaya yaklaşımını ortaya koymaktır.
“Badiou tarafından Devlet’in yeniden yazımı” ikinci bölümümüzü oluşturuyor ki bu bölümde bizim çalışmamızın konusuyla ilişkili olarak incelemek için Badiou’nun yöntemini anlamaya çalışacağız. Bu bölüm, metnin modernleştirilmesi ile bağlantılı sorunları izole etmemizi sağlayacak ve bu da iki metni karşılaştırmamıza olanak tanıyacaktır. Bu yeniden yazımın neden ne bir şerh ne de bir çeviri olduğunu açıklayarak başlayacağız. Ardından, orijinal metin ile Badiou’nun metni arasındaki tarihsel farkı oluşturan genel prosedürleri tek tek inceleyeceğiz. Orijinal kavramları ve bunların çağdaş felsefeye ait modernize edilmiş versiyonlarını listeleyeceğiz. Bu bölümün belki de en önemli kısmı, modernize edilmiş metinde düşüncelerini incelediğimiz özne hakkındaki kararı bulduğumuz yazan özne tartışmasıyla ilgilidir. Bachelard’ın cogito’yu yeniden formüle edişi ile bizim yazan özneye yaklaşımımız arasında bir analoji kuruyoruz. Bu bölümü, iki eser arasındaki zamansal aralık sayesinde tarihselliğin ve zamanın kendiliğinden sunulma olasılığı ile sonlandırıyoruz.
Üçüncü aşamada, “Platon’un Devleti’nde adalet ve Uzmanlaşma” konusunu inceleyeceğiz. Bir kez daha
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 20
metnin kronolojisini takip edeceğimiz bu bölüm, Kephalos karakterinin ve onun adalet tartışmasıyla açılan konuşmasının kısa bir analiziyle başlayacaktır. Orijinal metne paralel olarak ve yanlış kavramlar tartışmasını takiben, adalet ilk olarak “insan türünün doğru erdemi”4 ve ikinci olarak “Özne’nin temel niteliği, onun tekil erdemi”5 olarak tanımlanır. Daha sonra toplumun doğuşu ve gerçek toplumların doğuşu olarak devlet ile devam ediyor ve vasinin fenomenolojisi ile bitiriyoruz. Son olarak, muhafızın eğitimini oluşturan “zihin disiplinleri: edebiyat ve müzik”6 ile “beden disiplinleri: diyetetik, tıp ve spor”u7 inceliyoruz. Bu bölümü, modernleştirilmiş metinde orijinal metinden farklı, radikal bir değişiklik olup olmadığını anlamamızı sağlayacak olan Badiou’nun nesnel adalet görüşüyle sonlandırıyoruz.
Genel anlamda uzmanlaşmanın anlamı dördüncü bölümün başlangıç noktası olacak ve Platon’un adil kentinde uzmanlaşmanın kurumsallaştığı hipotezimizi ortaya koyacağız. Ardından, adaleti araştırma nedenimizi ve tarihsel bağlantıyı netleştirerek Devlet metnine genel yaklaşımımızı açıklayacağız. Platon’a göre adaletin anlamını ve doğal eğilimlere bağlı uzmanlaşma ilkesinin gerekçesini özetleyeceğiz. Daha sonra Platon’un doğal eğilimler, dört erdem ve diğer erdemler arasında adaleti bulma yöntemi gibi bize postülat gibi görünen bazı saptamalarını inceleyeceğiz. Bu bölümü argümanlar arası geçişimizin bir özetiyle tamamlayacağız.
Beşinci bölümde, uzmanlaşma ile ilgili olarak iki eseri karşılaştıracağız. Özellikle, iki metin arasındaki radikal farklılıkları vurgulayacak ve bize tarihte uzmanlaşmanın
4 Alain Badiou, La République de Platon, Paris: Fayard, 2012, p.36.
5 A.g.e., s.85.
6 A.g.e., s.139.
7 A.g.e., s.167.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 21
kurumsallaşmasını kavrama imkanı veren radikal değişimi göstermek için iki adalet tanımını ayrıntılı olarak analiz edeceğiz. Bu bölümü, Platon’a göre uzmanlaşma ilkesinin ihlali olarak tanımlanan ve Badiou tarafından uzmanlaşma ilkesinden kaynaklandığı için bir “çifte hamle”8 olarak değerlendirilen adaletsizliğin karşılaştırılmasıyla tamamlayacağız.
Badiou’nun uzmanlaşmanın rasyonelliğine “en azından görünüşte”9 ifadesini ekleyerek metne yaptığı müdahaleyi inceleyeceğiz. Platon’un mükemmel kentinin yerini ve Badiou’nun gerçek siyasetinin zamansallığını bir bütün olarak sorgulayacağız. Bu müdahalenin sonuçlarından biri olan “olan” ile “olması gereken” arasındaki zamansal farkı inceleyeceğiz. Sonuç bölümümüz ise şu önermeyi temellendirme çabasından oluşacak: Olması gereken, Devlet’in başlangıcı ile sonu arasındaki bağı umudun zamansal içeriği etrafında kurarak olması gerekenin geleceğine gönderme yapmaktadır.
8 A.g.e., s.227.
9 A.g.e., s.123.