Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 23
Adalet konusu Devlet diyaloğunda ilk olarak Kephalos’un yaşam ve ölüm üzerine düşüncelerinde ortaya çıkar. Adalet, başlangıçta “doğruyu söyleme” ve “herkese hakkını verme” erdemi olarak görülür, örneğin “dostlarına iyilik yapmak” ve “düşmanlarına zarar vermek” gibi. Sokrates bu açıklamayı tatmin edici bulmaz ve bu erdemin özellikleriyle örtüşmeyen özel durumları açıklar. Örneğin bir hastalık olduğunda hekim faydalıdır ya da bir kaptan ancak yolculuk esnasında işe yarar. Aynı şekilde, eğer adalet bir teknik (sanat) ise, adil kişi bu tekniğini savaşta kullanabilir; zira ancak savaş zamanlarında dostlarına yararlı olabilir ve düşmanlarına zarar verebilir. Barış zamanlarında ise, adil kişi ancak bir şeyleri korumak, saklamak için yararlı olabilir, lakin iş bu sakladığı şeyleri kullanmaya geldiğinde yararlı değildir: adil biri bir kalkanı veya bir liri saklayabilir, ancak bunları kullanmak için bir müzisyen veya bir asker çağrılmalıdır. Bir tekniğin iki yönlü işlevi birden olabilir yani bir şeyleri saklayan kişi aynı zamanda onları nasıl çalacağını da bilebilir. Başka bir deyişle, bu akıl yürütmeden uç bir sonuç olarak adil kişinin aynı zamanda hırsız olduğu
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 24
sonucu çıkar ki bu akla yatkın değildir. Diğer yandan Sokrates, örneğin ata ya da köpeklere iyi davranılmasının onları kötü yapacağı gibi aynı sebeple ve aynı biçimle insani bir erdem olan adaletli davranışın söz konusu düşman bile olsa kötülük yapmayı içermemesi gerektiğini ifade eder. Böylece bir diğer adalet tanımı da geçersiz hale gelir. Ardından Thrasymakhos adaleti “güçlü olanın yararına olanı yapmak” olarak tanımlar10 ve her kentte en güçlü olanların yöneticiler olduğunu ifade eder. Başka bir deyişle, ona göre adalet yöneticilere itaat etmek anlamına gelmektedir. Sokrates, yöneticilerin hata yapabileceğini savunarak bunu reddeder; zira yöneticiler kendi yararlarına olmayan kararlar alabilirler. Thrasymakhos da bir zanaatkârın sanatını icra ederken hata yapmasının imkânsız olduğunu, yani yöneten birinin yönetici olarak hata yapmasının imkânsız olduğunu iddia ederek Sokrates’in akıl yürütmesini çürütmeye çalışır. “Tekniğin uygulandığı şey” ise Sokrates’in karşı argümanın temelidir, yani ona göre “her sanatın kendi yararı vardır – çünkü uygulandığı şeyden başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur”11, Hiçbir şeye gerek duymadığından, her sanat kendi avantajına olanı değil, uygulandığı şeyin yararını gözetir. Bu durumda sanat, uygulandığı şey üzerinde egemenlik kurar. Dolayısıyla yöneticiler yönettiklerini gözetirler. Thrasymakhos çobanın aklında koyunlarının değil, kendisinin ya da efendilerinin çıkarlarının olduğunu ve buna mukabil kent yöneticilerinin de kendi kişisel çıkarları ile ilgilendiklerini iddia eder. Sokrates’e göre ise her sanatın ayrı bir faydası vardır, örneğin tıp sağlık getirir, mimarın sanatı konut üretir, maaş kazanma sanatı ise maaş sağlar. Sokrates, “ücret alma sanatını” diğer tüm sanatlara eşlik eden bir sanat olarak görür ve tüm sanatlara eşlik edebilmesi ile yani diğerlerinden farklı bir
10 Platon, Œuvres Complètes, Robert Baccou’nun giriş ve notlarıyla yeni çeviri, 4. cilt, Paris: Garniere Frères, 1936, 341a, s.20.
11 A.g.e., 342c, s.22-23.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 25
güce sahip olması ile tüm sanatlardan ayrılır. 12 Bu her sanata eşlik eden ücret alma sanatı göz önünde bulundurulduğunda hekimin sağlık ile ilgilenmesi gibi çoban ya da yönetici kendi çıkarlarıyla değil, kendisini uyguladığı tebaanın çıkarlarıyla ilgilenir. Bu yüzden, Sokrates’e göre, yönetici olmayı kabul edenlere (yönetme sanatını icra edenlere) bir maaş veya onur verilmeli, kabul etmeyenler ise cezalandırılmalıdır. Thrasymakhos adaletsizliğin bir erdem ve beceri olduğunu düşünür; ona göre adaletsiz olan adil olandan daha bilgedir. Öte yandan Sokrates bize adil insanın, bir müzisyenin başka bir müzisyeni geçmeye çalışmaması gibi, aynı nitelikte olan birini geçmeye çalışmadığını, tersine müzisyenin müzik bilmeyeni geçmek istemesi gibi, adil insanın da yalnızca kendi karşıtını geçmek isteyeceğini ifade eder. Adil olmayan kişi ise hem kendi benzerini ve hem de karşıtını geçmeye çalışır. Tıpkı hekimin hastaya verdiği tavsiyelerde hekim olmayan birini geçmek istemesinde olduğu gibi bir konuda bilgili biri o konuda bilgisiz birini geçmeyi ister. Bilgisiz biri ise hem bilgiliyi hem de bilgisizi geçmek istediğinden, adil kişi bilge ve iyi olan, adaletsiz kişi ise “kötü ve cahil” olandır13 . Thrasymakhos zor da olsa bu argümanı kabul etmek zorunda kalır; lakin adaletsiz olanın adil olandan daha güçlü olduğu düşüncesinde ısrar eder ve ona göre başka kentleri adaletsizlikle köleleştiren, köle olarak tutan kent güçlüdür ve en iyi kent adaletsizliği sonuna kadar götüren kenttir, bu sefer Sokrates bunu incelemeye başlar. Sokrates’in argümanı adaletsizliğin insanlar arasında anlaşmazlıklara neden olduğu ve bir araya gelmelerini engellediğidir. Bu nedenle tamamen adaletsiz bir toplumda bile insanların bir araya gelebilmesi için belli bir miktar adalete ihtiyaç vardır. Aynı şey tek bir insan için de geçerlidir: eğer adaletsizse ruhunun parçaları bölünür ve bu da onun yararlı bir şey yapmasını engeller.
12 A.g.e., 346a, s.27.
13 A.g.e., 350c, s.33.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 26
Tamamen adaletsiz olanlar ise iş görme gücünden büsbütün yoksundurlar. Bu sebepten de adaletsiz olan adil olandan güçlü olamaz. Kentte adalet arayışı başlamadan önce son olarak adil olanın mı yoksa olmayanın mı daha mutlu olduğu sorusu incelenir. Sokrates ilgili soruyu şeylerin kendilerine uygun işlevi hakkında akıl yürüterek yanıtlar. Bu en uygun işlevi “onunla ancak ne yapılabileceği ya da onunla en iyi ne yapılabileceği?14 sorusu üzerinden tanımlar. Kendisine bir işlev atfedilen her şeyde bir erdem vardır. Bu erdem, o işlevin yerine getirilmesini mümkün kılar. “Denetlemek, yönetmek, düşünmek ve benzerleri” ise yalnızca ruha atfedilen işlevlerdir. O halde yaşam ruhun bir işlevidir ve bu işlevin de kendine özgü bir erdemi vardır ve ruhun bu kendine özgü erdemi adalettir.
Devlet’in birinci kitabında adalet konusuna bir giriş yapılmış olsa da adaletin tanımı henüz ortaya konmamıştır; ancak ikinci kitapta adalet araştırması için yöntem netleştirilir: adalet insan ve kent için ortaktır ve kent ölçeğinde adaletin incelenmesi bireydekinden daha kolaydır. Bu yüzden adalet araştırması kentte başlar ve daha sonra bireye başka bir deyişle insan ruhuna uygulanır.
Adaletin araştırması kentin ortaya çıkışı ile başlar. Kentin ortaya çıkış nedeni, bireylerin aşırı ihtiyaçlar karşısında kendi kendilerine yetememeleri olarak belirtilir. Bir kentin oluşmasının temelinde ihtiyaçlar vardır. Bir kişi bir iş için diğerine ihtiyaç duyar, diğeri başka bir iş için bir başkasına… Nihayetinde ihtiyaçların çokluğu birçok kişiyi aynı yerde bir araya getirir ve bu ortak topluluğa “kent” adı verilir. Bu kentin temel ihtiyaçları (bu bir doğa kentidir, yani ilkeldir) yiyecek, barınak, giyecek ve bunlarla birlikte gelenlerdir. Bir çiftçi, bir duvarcı, bir dokumacı ve bir ayakkabıcı ya da diğer birkaç zanaatkâr, bedenin ihtiyaçlarını karşılamak için bu kentin
14 A.g.e., 352e, s.37.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 27
mensupları olarak belirlenir ve işlevlerin uzmanlaşmasına dayalı iş bölümü Sokrates tarafından şöyle ilan edilir:
“Herkesin tüm topluluk için kendi işlevini yerine ge-tirmesi, örneğin çiftçinin dört kişiye yiyecek sağlama-sı, buğdayın sağlanması için dört kat daha fazla süre ve çaba harcaması ve bunu diğerleriyle paylaşması mı gerekir, yoksa sadece kendisini düşünerek, süresi-nin dörtte birinde bu yiyeceğin dörtte birini üretmesi ve diğer dörtte üçünü barınma, giyim ve ayakkabı için harcaması ve diğerlerini düşünmeden süresinin dörtte birinde yiyeceğin dörtte birini mi sağlaması gerekir? Süresinin dörtte birinde bu gıdanın dörtte birini üret-meli, diğer dörtte üçünü barınma, giyim ve ayakkabıya harcamalı ve topluma hiç dahil olmadan kendi işini mi yapmalı? “15 “ Her şeyden önce, doğa bizi birbirimi-ze benzemeyecek şekilde yaratmıştır; yeteneklerimiz farklıdır ve şu ya da bu işleve özgüdür.”16
Yaşamın temel ihtiyaçları, tüm alanlardaki ürünlerin kalitesine bağlı olarak en kısa süre performansıyla rasyonalize edilen bu uzmanlaşma ile karşılanır ve bu uzmanlaşma her bireyin doğal ve farklı yetenekleriyle açıklanır. İnsan tek bir meslekte birkaç meslekten daha iyidir. “ Sonuç olarak, her insan kendi yeteneklerine göre ve uygun zamanda kendini tek bir işe adadığında ve diğerlerinden muaf tutulduğunda, her şey daha fazla miktarda, daha iyi ve daha kolay üretilir”. 17
Tarımın kendi aletlerine ihtiyacı vardır ve “eğer bu araçlar iyi olacaksa”18 , kentte bunları üreten başka zanaatkarlar olmalıdır. Duvarcı, dokumacı ve ayakkabıcı kendi aletlerini yapamaz, bu nedenle marangozların, demircilerin ve sığırtmaçların, çobanların ve benzerlerinin katılımıyla kentin
15 A.g.e., 369e-370a, s.56-57.
16 A.g.e., 370b, s.57.
17 A.g.e., 370c, s.57.
18 A.g.e., 370d, s.57.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 28
nüfusu ve kapsamı artar. O zaman kentin “eksikliğini duyduğu şeyi başka bir kentten getirecek başka insanlara da” ihtiyacı vardır yani tüccarlara (ithalatçılar ve ihracatçılar) ve bunlar da kente dahil edilir. İthalat yapmak için ihracat yapmak zorunludur ve ihracat yapmak ihtiyaçtan daha fazla üretim gerektirir, bu nedenle üretim için çok sayıda çiftçiye ve diğer zanaatkârlara, deniz ticareti için denizcilere ve zorlu işler için gündelikçilere ihtiyaç vardır. Ürünlerin değiş tokuşu için pazar (agora) ve para (ticareti yapılan nesnelerin değerinin bir sembolü) gerekir. Böylece kent basit bir form olarak tamamlanmış olur. Sokrates, tutumlu yiyeceklerle mutlu ve hoşnut olan yurttaşların yaşamını anlatır. Bu ilkel, lakin huzur ve sağlık kentinde, yurttaşlar kendi nesillerine de benzer bir yaşamı miras bırakırlar. Glaukon bu doğa kentindeki yaşamdan memnun değildir; en azından üzerinde yatacak yataklar ve tatlı yiyebileceği masalar ister. Sokrates bu talebe bağlı lüks dolu bir kentin ortaya çıkışını ayırır ve gerçekten sağlıklı bir kente kıyasla “iltihaplı bir kent”19 olduğunu ifade etse de adaletsizliğin ve adaletin tanımını bulmak için bu tür bir kenti tarif etmeye başlar. Her türlü ihtiyacı karşılayacak bu kent, avcılar, taklitçiler, şairler ve onların rapsodist maiyetleri, aktörler, dansçılar, tiyatro girişimcileri, imalatçılar, hizmetçiler, pedagoglar, dadılar, mürebbiyeler, oda hizmetçileri, kuaförler, aşçılar ve usta şefler, domuz bakıcıları gibi “kentlerde zorunlu olarak bulunmayan çok sayıda insanın”20 katılmasıyla genişlemiştir. Sokrates bu durumu şöyle ifade eder: “Tüm bunlar ilk kentimizde bulunmuyordu – yani ihtiyacımız yoktu – ama bu şehirde gerekli olacak. “21 Ve bu kente daha fazla hekim gerekecek ve bunun yanı sıra yiyecek daha fazla ete ihtiyaç duyan yurttaşlardan dolayı bol bol da hayvan olacak. Sonuç olarak tüm bu nüfusun
19 A.g.e., 372e, s.61.
20 A.g.e., 373b, s.61.
21 A.g.e., 373c, s.62.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 29
ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla kaynağa ihtiyaç vardır ve Dolayısıyla bu kentin komşusunun topraklarına yeltenmesi gerekecek. Komşu kentte “ihtiyaç sınırlarını aşarak aynısını yaparsa” savaş kaçınılmaz hale gelir ve Savaş, uzmanlaşma ilkesi nedeniyle yurttaşlardan oluşamayacak bir ordu gerektirir. Böylece savaş sanatını uygulamak için yeni bir sınıf ortaya çıkar: muhafızlar. Muhafızların kentte çok önemli bir işlevi vardır: kenti korurlar. Dolayısıyla kişinin bu meslek için doğal yeteneklerini bulması da önemlidir. Sokrates onların fiziksel olarak çevik ve güçlü, ahlaki olarak da cesur ve bilge olmaları gerektiğine işaret eder. Sokrates iyi bir muhafızın “hem nazik hem de son derece asabi” olması gerektiğini22 iyi yetiştirilmiş bir köpeğe benzeterek anlatır. Bu muhafızlar iki şekilde eğitilirler: zihinleri için müzik (kültür) ve bedenleri için jimnastik. Bu eğitimin içeriği ayrım yöntemiyle belirlenir: şehir için iyi olan şeyler dahil edilir ve şehir için iyi olmayan şeyler hariç tutulur. Bu aynı zamanda bir eğitimin nasıl olması gerektiğini ve aynı zamanda bir insanın bunun sonucunda nasıl olması gerektiğini de belirler. Sokrates, düzyazı ve şiirdeki kelimelerin yerine onlara zıt karakterde kelimelerin konulmasını, sızlanmaların ve yakınmaların kullanılmasının yasaklanmasını savunduğu tartışmada, bu görüşünü meşrulaştırmak için “her şeyden önce böyle bir adam mutlu olmak için kendi kendine yeter ve başkalarına diğerlerinden çok daha az ihtiyaç duyar”23 ve “bu nedenle bir oğlunu, bir kardeşini, zenginliğini ya da bu türden başka bir iyiliği kaybetmenin talihsizliğini diğerlerinden daha az hissedecektir”24 ifadelerini kullanır. Sokrates konuşmanın özünü ele aldıktan sonra, kentteki konuşma biçimini incelemeye başlar ve bu taklitçi özleri nedeniyle tragedya ve komedyanın kentte kabul edilip
22 A.g.e., 375c, s.65.
23 A.g.e., 387d, s.80.
24 A.g.e., 387e, s.80.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 30
edilmemesine ilişkin tartışmaya yol açar. Açıktır ki taklitçi olmak, Sokrates tarafından ifade edilen uzmanlaşma ilkesi nedeniyle koruyucular için uygun değildir: “herkes yalnızca bir zanaat icra edebilir, birden fazla değil”25 . Bu ilkeye göre, hem şehri korumak gibi önemli bir mesleği icra etmek ve muhafızlık yapmak hem de taklit etmek ve taklitçi olmaktan ibaret olan taklit sanatını icra etmek mümkün değildir. Aynı zamanda Sokrates’e göre “aynı insanlar tragedya ve komedya gibi birbirine yakın görünen iki taklit biçiminde de başarılı olamazlar”26 . Sokrates bu imkansızlığı “daha da küçük parçalara indirgenmiş olan insan doğasıyla” açıklar, böylece “insan pek çok şeyi iyi taklit edemez ya da taklidin yeniden ürettiği şeyleri yapamaz”27. Koruyucular yalnızca kendi görevlerine odaklanmalıdır, ancak muhakkak taklit etmeleri gerekiyorsa, Sokrates’in önerdiği sınır yalnızca cesur, ölçülü, kutsal, cömert, özgür örneklerin taklit edilmesidir. Dahası, taklit edilen şeyin gerçek olma olasılığı nedeniyle, yani taklit edilen örneğin kişinin alışkanlıklarında sabitleşmesi ve “beden, ses ve zihin için ikinci bir doğa” haline gelmesi mümkün olduğu için28 şehirde alçaklığı ve diğer ahlaksızlıkları taklit etmeyi yasaklar.29 Sokrates iki farklı konuşma ve anlatma biçimi tanımlar; biri taklitçi doğası nedeniyle yasaklanmış olandan, diğeri ise “doğası ve yetiştirilme tarzı gereği insana
25 A.g.e., 394e, s.90.
26 A.g.e., 395a, s.91.
27 A.g.e., 395b, s.91.
28 Sokrates diğer kötü alışkanlıkları sıralar: a) “Genç ya da yaşlı bir kadın, kocasına söven, tanrılarla yarışan ve mutluluğuyla övünen ya da kendini talihsizlik içinde bulan, yas tutan ve gözyaşı döken, hasta, aşık ya da doğum yapan bir kadın.” (395d-395e)b) “Daha önce söylediklerimizin tersini yapan, birbirlerini küçümseyen, alay eden, sarhoşken ya da soğukkanlılıkla utanç verici şeyler söyleyen kötü ve iffetsiz adamlar; ya da bu tür insanların kendilerine karşı sözde ve eylemde suçlu oldukları tüm kusurlar” (395e) c) “Aptallar ve kötüler, erkekler ve kadınlar” (395a)
29 A.g.e., 395d, s.91.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 31
her zaman bağlı ve uygun” olandan oluşur.30 Bu ölçülü insanı şu şekilde açıklar:
“Bir öyküde iyi bir adamın bir sözünü ya da eylemi-ni anlatmaya yönlendirildiğinde, kendisini o adammış gibi ifade etmek isteyecek ve böyle bir taklitten utan-mayacaktır, özellikle de sağlam ya da bilge özelliği-ni taklit ediyorsa. Örnek aldığı kişi hastalık, aşk, sar-hoşluk ya da başka bir kazanın etkisiyle başarısızlığa uğradığında, onu daha az sıklıkta ve daha kötü taklit edecektir.”31
Taklit ve yalın anlatımın karma biçimi çocukları ve kalabalıkları çekebilse de, uzmanlaşma ilkesi nedeniyle kentte kabul edilemez. Kentte herkes tek bir şey yapar, bu yüzden kentte çift ya da çok işe sahip insan yoktur. Bu yüzden kent biriciktir. “Kunduracı kunduracıdır ve kunduracı olduğunda kaptan değildir, çiftçi çiftçidir ve çiftçi olduğunda yargıç değildir, asker asker ve asker olduğunda tüccar değildir, vb.”32
Sokrates ayrıca uzmanlaşma ilkesinin müziğe uygulanmasını da önermiştir. Başka bir deyişle, Dorian ve Phrygian olmak üzere iki armoniyi kentte tutmayı önerir. Biri kendini “savaşta veya başka bir şiddet eyleminde” bulan insan için, diğeri ise kendini “şiddet içermeyen ama gönüllü olan barışçıl eylemde” bulan insan içindir.33 Dahası, çok telli ve poliharmonik enstrümanların ve hatta bu enstrümanlar tarafından yaratılan armoninin yasaklanmasını önermiştir. Müzik eğitimi önemlidir çünkü “ritim ve armoni ruha nüfuz etmek ve ona güçlü bir şekilde dokunmak için en büyük güce sahiptir, eğer kişi iyi yetiştirilmişse beraberinde zarafet getirir ve onu bahşeder”.34 Tüm sanatlar, öritmi (düzenli ritim) ve
30 A.g.e., 396c, s.93.
31 A.g.e., 396c-396d, s.93.
32 A.g.e., 397e, s.95.
33 A.g.e., 389a-389b, s.96-97.
34 A.g.e. 401d, s.100.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 32
aritmi (düzensiz ritim) arasında bir gerilim içeren müzikle ilişkili olarak incelenebilir. İyi konuşma, iyi uyum, iyi üslup öritmiye karşılık gelirken, aritmi onun zıttıdır. Bedenin doğru beslenmesine ve doğru yaşam tarzına neden olan bir eğitim olarak jimnastik de müzik kadar basit olmalıdır. Böylece, bu iki tür eğitimin uyumuyla eğitilen muhafızlar ölçülü ve cesur ruhlara sahip olurlar, çünkü doğanın cömert unsurunun ürettiği sertlik filozofun doğasına ait olan cesaret ve yumuşaklığa dönüşür.
Diğer soru, kimin yönetici olması gerektiğiyle ilgili olup, “bir öğretim ve eğitim planının genel hatlarının” belirlenmesinden sonraki konuyu oluşturmaktadır.35 Bu soru, kentte kimin yönettiği ve kimin itaat ettiği ile ilgili bir sorudur. “Muhafızların en iyisi”, “şehri korumaya en yetenekli” olanlardır. 36 Yönetmeye tamamen uygun olduklarını görmek için yaşamları boyunca incelenmelidirler. Ayrıca muhafızları başarılı muhafızlar (liderler) ve her koşulda görevlerin yerine getirilmesiyle ilgili olarak liderlerin düşüncelerinin savunucuları (yardımcılar) olarak ayırmak gerekir. Sokrates yönetenlerle ile itaat edenler arasındaki ilişkiyi meşrulaştırmak için soylu bir yalan kullanır. Fenike kökenli bu hikayenin “bugün yaşanmadığına ve belki de hiçbir zaman yaşanmayacağına” inanır37. Bu efsaneye göre, tüm yurttaşlar toprağın evlatları olarak kardeştir. Biri diğerinden ruhunda ne olduğuyla ayrılır. Eğer ruhları altın ya da gümüş içeriyorsa, yönetici olurlar. Demir ya da tunç içeriyorsa, çiftçi ve diğer zanaatkârlar olurlar. Efsanede bunlar iki ayrı sınıftır, ancak sınıfın mutlak kapalı olması gerekmez. Farklı bir sınıftan gelen çocuklar farklı becerilere sahip olabilir, bu nedenle ebeveynleri o sınıfa ait olmasa bile diğer sınıfın sanatını uygulayabilirler. İnsanların bir sınıftan diğerine geçmesini
35 A.g.e. 412b, s.114.
36 A.g.e. 412c, s.115.
37 A.g.e. 414c, s.117.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 33
mümkün kılmadaki amaç doğalarına uygun işlevleri yerine getirmelerini sağlamaktır. Uzmanlaşma ilkesi sayesinde, “herkes kendi işiyle meşgul olur, çok değil tek bir işle”, “kent çokluk olarak değil tek kalarak gelişir”.38 Bu muhafızlar kenti korumak için en iyi yeri belirlerler ve kendi işlevlerini yerine getirmelerini engelleyebileceğinden, bir gereklilik değilse özel mülkiyete sahip olamazlar. Bu muhafızlar “sadece karın tokluğuna çalışan ve sıradan askerler gibi ekstra ücret almayan” kentin hizmetkârlarıdır39. Nihayetinde, bu muhafızların özel mutluluğu temel mesele değildir, çünkü kent herkesin mutluluğu düşünülerek oluşturulur.
“Adalet kentin neresinde” sorusu40 çocukluk ve gençlik eğitimi yoluyla hayatın nasıl düzene sokulacağını açıkladıktan hemen sonra adaleti tanımlamak için sorulur. Bu açıklamaya göre, kenti yönetmek zaten iyi eğitimle bağlantılıdır, dolayısıyla kent iyi yönetiliyorsa yasalara gerek yoktur. Son olarak, geriye kalan tek yasa dinle ilgili olanlardır41 ve bunlar da Apollon tarafından yapılmalıdır. Kentte adaletin nerede olduğunu bulmaya yönelik araştırma şu hipotezle başlar: “eğer kent iyi kurulmuşsa, mükemmel derecede iyidir”42 . Mükemmel derecede iyi olmakla, şehir açıkça “bilge, cesur, ölçülü ve adildir”.43 Böylece Sokrates bu erdemleri şu şekilde incelemeye çalışır: Eğer araştırma konusu önce bulunursa, o zaman zaten amaca ulaşılmış demektir. Ve eğer dört erdemden diğer üçü önce bulunursa, geriye kalan bir tanesi araştırmanın konusu olmalıdır.
38 A.g.e., 423d, s.127.
39 A.g.e., 420a, s.122.
40 A.g.e., 427e, s.133.
41 Din yalnızca “tapınakların inşası, tanrıların ve kahramanların kurban edilmesi, ölülerin gömülmesi ve onların düğünlerini bizim için hayırlı kılan törenlerle ilgili olan şeyler” anlamına gelir.
A.g.e., 427d, s. 133.
42 A.g.e., 427e, s.133.
43 A.g.e.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 34
Bilgelik (σοφία) kentin kısmi işlerinde bulunan özel bir bilgi değil, tüm kent ve ilişkileri hakkında bir bilgi olmalıdır. Dolayısıyla bu ilim, mükemmel koruyucular olan liderlere ait olmalıdır, çünkü bu bilgi bir koruma ve yönetme bilgisidir. Sokrates bilgeliği tuhaf bulur çünkü karakteri çifte anlam içerir: kent evrensel anlamda bilgedir, bilgelik ise kent içindeki belirli bir sınıfa (liderler) uygundur. Bunlar doğaları gereği liderlerdir ve sayıları diğerlerine göre daha azdır.
Cesaret (ἀνδρείας), neyin korkulup neyin korkulmayacağı konusunda doğru görüşe sahip olunmasını sağlayan eğitimi koruma gücüdür. Bu görüş koşullara bağlı olarak değişmez. Kent “cesur” olabilir, çünkü kentin bir kısmı bu erdeme uygun şekilde sahiptir. Bu durumda, liderlerin düşüncesinin savunucularına (yardımcılara) aittir. Sokrates bunu bireysel ya da felsefi cesaretten ayırmak için siyasi cesaret olarak tanımlamayı önerir.
Ölçülülük (σωφροσύνη) “bir düzen gibi, belirli zevkler ve tutkular üzerinde uygulanan bir ustalıktır”44 . “Kendinin efendisi”45 olarak ölçülülük, kendinin efendisi ve kölesi olmak üzere iki iç anlam içeren ve bize insan ruhunun ikiye bölünmüşlüğünü gösteren ölçülülük, nitelik olarak üstün olan kısmın aşağı olan kısma hükmetmesi anlamına gelir. Ölçülü kent, “zevklerinin, tutkularının ve kendisinin efendisi olan” kenttir.46 Ölçülülük diğer erdemlerden daha çok “uyum”a benzer. Bu benzerlik nedeniyle, bu erdem kent belirli bir bölümüne ait değildir, ancak tüm yurttaşlar için ortaktır, çünkü onlar arasında bir anlaşma oluşturur.
Geriye bir başka erdem olan adalet (δικαιοσύνη) kalıyor. Bu, daha önce birkaç kez ortaya konan bir ilkeyle, iş bölümü ve uzmanlaşma ilkesiyle tanımlanır. Sokrates bunu şu şekilde
44 A.g.e., 430e, s.137-138.
45 A.g.e., 430e, s.138.
46 A.g.e., 431d, s.139.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 35
ifade eder: “her insan kentte doğası gereği en iyi yetenekli olduğu tek bir işle meşgul olmalıdır” ya da “adalet, kişinin kendi işini yapması ve başkalarının işine karışmamasından ibarettir”.47 Her bir kişinin doğal yeteneklerine göre, her bir sınıftaki görevin yerine getirilmesi adil şehri oluşturur. Bu ilke ile adalet hukuken “sadece bize ait olan malları kendi hakkımızla elimizde tutmaktan ve sadece kendi işlevimizi yerine getirmekten ibaret olan” şey olarak tanımlanır.48
Adalet aynı zamanda diğer üç erdemin de koşulu olan bir erdemdir. Adalet “onlara oluşma imkanı verir ve oluştuktan sonra da mevcut olduğu ölçüde onları korur”49 . Son olarak, adalet diğerlerinin koşulu olması nedeniyle ahlakın da kökeninde yer alır.
Adaletin tanımı, ancak bireye uygulandığında tamamlanır. Adil insan da kent gibi adil olmalıdır. Dolayısıyla adil kentin sınıfları ile adil insanın ruhunun parçaları arasında bir karşılıklılık ilişkisi vardır. Her biri kendi göreviyle ilgili olan kentin üç bölümü, eğilim ve nitelikleri nedeniyle kenti ölçülü, cesur ve bilge olarak adlandırmamıza yol açar. Yönetici sınıfa akıl (τὸ λογιστικόν), yöneticilerin yardımcıları olan muhafızlar sınıfına, yine akla yardımcı olan cesaret (ὸ θυμοs, τὸ θυμοειδές) ve zanaatkârlar sınıfına (çiftçiler, tüccarlar vb.) bedensel iştah (επιθυμία, τὸ ἐπιθυμητικόν) karşılık gelir. Dolayısıyla insan ruhunun da üç bölümü vardır: rasyonel bölüm, arzulayan bölüm ve coşkulu bölüm.
Birey, yöneten ve ilkeleri ortaya koyan rasyonel kısmına bağlı bilge birey olarak adlandırılır. Ruhun üç parçasına da fayda sağlayan bilim, onun rasyonel parçasına aittir. Birey, aklın ilkelerini koruyan arzulayan kısmına bağlı cesur birey olarak
47 A.g.e., 433a, s.141.
48 A.g.e., 434a, s.142.
49 A.g.e. 433b, s.141.
Seçkin, A. Y. (2024). Platon’un Devletinde Uzmanlaşma. Paradigma Akademi. s. 36
adlandırılır. Bu kısım neyin korkulacak ya da korkulmayacak olduğunu belirler. Birey, akıl tarafından yönetilmesi gereken iki karşıt nesnesinin uyumunu emreden coşkulu kısmına bağlı olan ölçülü birey olarak adlandırılır. Dolayısıyla birey, kentle aynı şekilde bilge, cesur ve ölçülüdür. Kent adildir çünkü her sınıf kendi işiyle ilgilenir ve birey de adildir çünkü bireyin ruhunun her parçası kendi işleviyle ilgilenir.
Sokrates adalet arayışını şu şekilde sonuçlandırır:
“Adalet, öyle görünüyor ki, insanın dış işlerini değil, iç işlerini, gerçek varlığını ve onu gerçekten ilgilendiren şeyleri yönetir, ruhun parçalarından herhangi birinin yabancı bir görevi yerine getirmesine ya da üç parça-nın birbirlerinin işlevlerine karışmasına izin vermez.”50
Birey bir tür faaliyette bulunma imkanını ancak, “kendi kendine hakim olarak, kendi içinde işleri düzene koyarak” ve “kendi kendisiyle dost olarak”, “ruhunun üç unsuru arasında, bir armoninin üç terimi – pes, tiz, orta ve varsa perdeler – arasında olduğu gibi mükemmel bir uyum kurarak ve bunları birbirine bağlayarak kesinlikle ölçülü ve uyumlu olduğu gibi bu çokluktan birlik oluşturarak “ 51 sağlayabilir.
Adaletin karşıtı olan adaletsizlik ise kent için en büyük kötülüktür ve “zanaatkarlar sınıfı, yardımcılar sınıfı ve koruyucular sınıfının birbirinin işine karışması”52 yani kendilerine ait olmayan bir işlevle meşgul olmaları anlamına gelir. Aynı zamanda, birey için, tüm kötülüklerin kaynağı olarak adaletsizlik, “ruhun üç unsuru arasında bir tür fitne, bir karışıklık, kendi görevlerinin gaspıdır.”53
50 A.g.e., 443c, s.157.
51 A.g.e., 443d-443e, s.157.
52 A.g.e., 434c, s.143.
53 A.g.e. 444b, s.157.