Aşkın Yücel Seçkin Makaleler Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü

Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü

by Aşkın Yücel Seçkin
Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 187.

Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü 1

Aşkın Yücel Seçkin2

Öz

Ekolojik yaklaşım için Antik Yunan ile başlayan felsefe geleneğinin başlangıcından beri felsefenin temel konularından birisi olan doğa (φύσις: phúsis) yerine iş (ργον: érgon) kavramını başlangıç noktası olarak önermek amacıyla gerçekleştirilen bir çalışmadır. Bu çalışma, Antik Yunan düşüncesinde iş (çalışma) kavramının ve iş bölümünün olup olmadığını, buradan hareketle Platon’un Devlet eserinde iş bölümünün incelenmesini, felsefe tarihi içerisinde Platon ile başlayan iş bölümünü olumlayan gelenek ile Karl Marx ve Friedrich Engels’in anlayışının nasıl radikal karşıtlık oluşturduğunu, iş bölümü konusunda Marx-Engels ile Platon karşılaştırmasının Marx-Engels’in Aristotelesçi yaklaşımdan radikal ayrıştıkları savıyla ele alınmasını ve doğa kavramının merkezi konumda olduğu çağdaş ekolojik marksistlerin iş bölümüne dair görüşleri özetlenerek, doğa kavramının başlangıç noktası olarak problemlerinin değerlendirilmesini içerir.

Anahtar Kelimeler: iş bölümü, iş, doğa, antik Yunan, felsefe tarihi

Abstract

It is an attempt to propose the concept of work (ργον: érgon) as a starting point for the ecological approach instead of nature (φύσις: phúsis), which has been one of the main topics of philosophy since the beginning of the philosophical tradition starting with Ancient Greece. This study aims to examine whether the concept of work and the division of labour existed in Ancient Greek thought, to examine the division of labour in Plato’s Republic, and to show how the tradition that affirms the division of labour beginning with Plato in the history of philosophy and the understanding of Karl Marx and Friedrich Engels constitute a radical contrast, It includes a comparison of Marx-Engels and Plato on the division of labour, with the argument that Marx-Engels radically diverged from the Aristotelian approach, and an assessment of the problems of the concept of nature as a starting point, summarising the views of contemporary ecological Marxists on the division of labour, in which the concept of nature is central.

1 Bu çalışma, Prof. Dr. Nami Başer danışmanlığında 29 Eylül 2022 tarihinde tamamlanan “La division du travail dans l’histoire de la philosophie” (Felsefe Tarihinde İşbölümü) başlıklı 755453 no’lu doktora tezi kapsamında ve tez esas alınarak hazırlanmıştır (Doktora Tezi, Galatasaray Üniversitesi, İstanbul, Türkiye, 2022).

2 Dr., ORCID:0000-9992-3099-2157


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 188.

Keywords: division of labor, labor, nature, ancient greece, history of philosophy

Giriş

Karl Marx’ın, 1844 Elyazmaları’nda ilk defa yabancılaşma bağlamında insan-doğa ilişkisi hakkında geliştirdiği felsefi pozisyonun (2009: 71-90) ekolojik marksizm için belirleyici bir hareket noktası olduğu söylenebilir ya da en azından Karl Marx ve Friedrich Engels’in düşüncelerinden ekolojik bir yorum çıkarmaya çabalayanların kayıtsız kalamadığı bir pozisyon olduğu iddia edilebilir. Antik Yunan ile başlayan felsefe geleneğinin başlangıcından beri felsefenin temel konularından birisi olan “doğa” (Latince: natura) Marx’ın düşüncesinin ilk yapı taşlarındandır ve Demokritosçu ve Epikürcü Doğa Felsefeleri Arasında Fark başlıklı ve içeriğinde Demokritos ile Epikouros’un “doğa” (Antik Yunanca: φύσις (phúsis)) anlayışlarını karşılaştırdığı doktora tezinin de konusunu oluşturur. Ekolojik marksizm için farklı bir hareket noktası, farklı bir başlangıç olarak doğa yerine iş (phúsis yerine érgon) kavramı önerisi, fazla iddialı ve bu çalışmanın kapsamının bir hayli ötesinde de olsa, farklı bir başlangıç önerisini temellendirme çabasının sunacağı katkının değerli olacağı fikri bu çalışmanın temel motivasyonudur. Antik Yunan düşüncesinde işin (çalışmanın) ve iş bölümünün olup olmadığına dair bir tartışma ilk bölümü, Antik Yunan eserlerinden iş bölümünün merkezi konumda yer aldığı Platon’un Devlet eserinde iş bölümünün incelenmesi ikinci bölümü oluşturur. Felsefe tarihi içerisinde Platon ile başlayan iş bölümünü olumlayan gelenek ile Marx ve Friedrich Engels’in anlayışının nasıl radikal karşıtlık oluşturduğu, iş bölümü konusunda Marx-Engels ile Platon karşılaştırması ve Marx-Engels’in Aristotelesçi yaklaşımdan radikal bir şekilde ayrıştıkları savıyla ele alınması bu çalışmanın bir diğer bölümünü oluşturacaktır. Sonuç bölümünde ise daha sonra yapılabilecek bir çalışmanın öncülü olarak ekolojik Marksist olarak anılan veya ekolojik anlayışı savunduğu genel kabul gören düşünürlerin iş bölümüne dair görüşlerinin kısa bir dökümü verildikten sonra konunun bir değerlendirmesi yapılacaktır.

Antik Yunan Düşüncesinde İş Kavramı ve İş bölümü

İşin çok boyutlu bir unsur olduğu, farklı düzeylerde ve disiplinler arası bir analiz gerektirdiği, iktisadi, sosyal ve felsefi bir tarihi olduğu söylenebilir. Günümüz ya da başka bir deyişle çağdaş kapitalizmin “iş, çalışma” anlayışını tarihin tamamına atfetmek problemli gözükmektedir. Bugün iş denildiğinde anlaşılan kavramın tüm tarih boyunca aynı biçimde olageldiği anakronik yaklaşımından uzak olmak adına öncelikle “iş” ve “iş bölümü” kavramlarının “felsefenin doğum yeri” (Beaufret, 1973: 19-37) olan Antik Yunan düşüncesi için tamamen yabancı olup olmadığını ya da aksine bu kavramların mevcut olup olmadığı sorusu gündeme getirilebilir. Antik Yunan uzmanı Jean-Pierre Vernant’a göre Antik Yunan’dan farklı olarak, bizim için tüm mesleki görevler somut olarak ne kadar farklı olurlarsa olsunlar hepsi değer üretme amacıyla düzenlenmiş faaliyettir (1988: 295). Vernant, Marx’ın değişim değeri yaratan emeği genel, soyut ve eşit emek olarak ele alması ve kullanım değeri yaratan emeği ise biçim ve madde olarak sonsuz çeşitlilikte emek biçimlerine bölünmüş somut ve özel emek olarak adlandırması üzerinden tartışma eksenini belirler. Çeşitli faaliyetlerin birbiriyle bütünleşmesi ve insanın kendi faaliyetini her bir görevin özel biçimleri içinde genel olarak iş olarak kavrayabilmesi gerektiğini ve bunun tüm çalışma biçimlerinin piyasa


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 189.

için ürün yaratmaya yönelik olduğu piyasa ekonomisi çerçevesinde mümkün olduğunu belirtir (1988). Özetle, hiçbir ürün belirli bir ihtiyacı karşılamak için üretilmez, dolayısıyla her türlü iş alınıp satılmak üzere meta üretimiyle sonuçlanır. Böylece pazar sayesinde toplumdaki tüm işler birbiriyle ilişkilendirilir ve bir anlamda eşitlenir. Kullanımları bakımından farklı olan ürünler, değerleri açısından karşılaştırılabilir metalara dönüşürken, farklı ve tikel olan işler de aynı genel ve soyut emek faaliyetine bir başka deyişle işe dönüşür. Vernant’a göre ise Antik Yunanda “iş” sadece somut yönüyle ortaya çıkmaktadır (1988). Her iş, amaçlanan ürün açısından tanımlanır: ayakkabı için kunduracılık, çömlek için çömlekçilik gibi… İş, ürün üretme ile ilişkilidir; dolayısıyla işi yapan açısından toplumsal değer yaratma çabası olarak görülmez. Bu nedenle Antik Yunan’da, tüm meslekleri kapsayan tek bir genel kavram olarak iş değil, her biri kendi ürününü üreten belirli bir eylem türü olarak çok sayıda farklı meslek bulunur. Bu sebeple iş, zanaatkarlık alanı ile sınırlıdır ve zanaatkarlık kendi içinde sıkı bir uzmanlaşma ile tanımlanır. Her zanaat tek bir iş için vardır. Vernant, bu konuda Marx’a atıfta bulunarak antik çağdaki iş bölümünün yalnızca üretilen ürünün kullanım değeri açısından görüldüğünü ve her ürünü mümkün olduğunca mükemmel hale getirmeyi amaçladığını ve zanaatkarın bir şeyi yalnızca o şeyi yaptığı için daha iyi yaptığını ileri sürer (1988: 297-298). Antik dönemdeki iş bölümünün genel olarak insan emeğinden daha büyük bir ürün kitlesi elde etmeyi mümkün kılan genel bir üretim sürecine yol açmadığını ifade eder. Soyut bütünlüğü içinde kavranmamış olan çalışma, zanaat biçimiyle kendisini henüz bir toplumsal faaliyet alışverişi, temel bir toplumsal fonksiyon olarak göstermemektedir. Üretici ile bir ürünün kullanıcısı arasında kişisel bir bağımlılık ilişkisi, bir hizmet ilişkisi kuruyor gibi görünmektedir. Emeğin ürünü Antik Yunan’da olduğu gibi değişim değeri açısından değil, yalnızca kullanım değeri açısından değerlendirildiği sürece başka türlü olamaz. Vernant bu görüşünü “Aristoteles’in değişim değerinden habersiz olmadığı; hatta Politika eserinde değişim değerini tanımladığı ve Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisi’nin başında bu tanımı alıntıladığı” notuyla birlikte paylaşır (1988: 298). Vernant, bu notta Marx’ın ilgili çalışmasındaki Aristoteles yorumuna da yer verir: “ESki bir Yunanlı olarak” metaları birleştiren ve onları değişim değeri olarak karşılaştırılabilir kılan şeyin ne olduğunu anlayamaz” ve “diğer antik yazarlar gibi o da ürünü yalnızca bir kullanım değeri olarak görür” (1988: 298). Vernant’ın 1956’da yayımlanan ve daha sonra 1965’te yayımlanan Yunanlılarda Mit ve Düşünce kitabında da yer alan ilgili metin (1956); Antik Yunan’da çalışma, iş, iş bölümü konusunda önde gelen çalışmaların başında gelir, hatta Raymond Descat’a göre “bu çalışmaların doruk noktasıdır”(1986: 15). Vernant’ın atıfta bulunduğu Marx’ın bu düşüncesiyle Antik Yunan’da ilgili konuları ve ekonomi çalışmış Moses Finley, Edouard Will, Pierre Vidal-Naquet, Claude Mossé gibi uzmanların da hem fikir oldukları söylenebilir; en azından modernlerin ve çağdaşların ekonomiden anladıklarının Antik Yunan ile farklı olduğu konusunda… Vernant’ın Marx’ın Antik Yunan yazarları ve dönemi hakkındaki yorumlarından yola çıkarak kendine özgü bir yorum getirdiği söylenebilir. İyi bir çözümleme için Marx’ın yaklaşımı ile Vernant’ın bu yaklaşımdan yola çıkarak yaptığı yorumu ayrıştırmak gerekmektedir; zira Marx, Antik Yunan yazarlarını bu konuda yorumlarken kullanım değerine vurgu yapar; lakin buradan yola çıkarak Antik Yunan’da genel bir iş kavramı olmadığına dair bir fikir öne sürmez, bu özgün yorum Vernant’a aittir. Diğer yandan


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 190.

Marx, bu konuyla ilgili pasajlarında (1975: 279-287; 1993: 410-415) modern anlamda iş bölümü ile antik dönemdeki iş bölümünü karşılaştırır, farklılıklarını vurgular ve hatta modernlerle antik yazarlar arasında bu konuda bağ kurar. Örneğin Marx’a göre Platon’un Devlet’teki tartışması, İngiliz iktisatçı Sir William Petty’den sonra ve Adam Smith’ten önce iş bölümü hakkında yazan bir grup İngiliz yazar için temel başlangıç noktasıdır (1975: 282) . Yine Marx, iş bölümünü toplumun doğal temeli olarak sunan James Harris’in kendisinin tüm argümanını Platon’dan aldığını kendisinden alıntılayarak şöyle verir: “Toplumun doğal bir şey olduğuna dair tüm kanıt (yani “faaliyetlerin” bölünmesi sayesinde) Platon’un Devlet’inin ikinci kitabından alınmıştır” (1993: 411). Yine Marx’a göre Harris ve ondan sonra Adam Ferguson gibi yazarlar Platon’un argümanlarını sadece biraz geliştirmişlerdir; ancak bazı açılardan bu konuda seleflerinden geride olan ve Marx’a göre “ iş bölümü üzerine tek bir yeni önerme bile formüle etmemiş” Adam Smith’i bunlardan farklı kılan, “emeğin üretici güçlerinin artması” ifadesini kullanmasıdır (1975: 287). Burada şu farkı da belirtmeden geçmemek gerekir: Vernant ve bahsi geçen diğer çağdaş uzmanlar temelde Antik Yunan’da ekonomi, çalışma konularını incelerlerken; Marx bu konuya düşünsel mimarisinin içerisinde bu mimarinin bir parçası olarak yer verir; eserlerindeki ilgili bölümlerin (1975: 264-306; 1993: 378-415) başlıkları ve konuları iş bölümünü içerir ve modern iş bölümü anlayışıyla bağlantılı olarak Platon, Ksenophon, Hesiodos, Tukididis, İsokrates, Diodorus gibi çeşitli antik dönem yazarlarının eserlerinden bölümler analiz eder. Marx ile bahsi geçen Antik Yunan uzmanlarının yöntemleri ve amaçları temelde birbirinden farklıdır.

Antik Yunanı ve ilgili metinleri, örneğin Ksenophon’un Kyros’un Eğitimi’ndeki iş bölümü ile ilgili pasajı doğrudan Yunancadan çevirecek (1976: 255-256; 1991: 330-331) kadar iyi tanıyan Marx’ın modernler ile Antik Yunan yazarları arasındaki anlayış farkını temelde kullanım değeri-değişim değeri ayrımı üzerinden ortaya koyduğu yorumunu; işin ürün ile doğrudan bağlanmış oluşu sebebiyle kullanım değerinin ön planda oluşunu ve haliyle değişim değerinin toplumsal bağın kurulumunda yer almaması iddiasıyla geliştirerek, birleştirilmiş, genel, tek bir “iş” kavramının; Marx’ın “soyut emek” diye adlandırdığı düşüncesinin Antik Yunan’da olmadığına vardıran Vernant’ın bu argümanı oldukça sıkı örülmüştür (1988). Vernant’a göre tam da bu sebepten, toplumsal ilişki mesleki faaliyetin dışında yurttaşların birbirlerini sevebilecekleri bir düzeyde kurulur, çünkü böylece hepsi aynı şekilde davranır ve birbirlerinden farklı hissetmezler: bunlar da kentin siyasi ve dini yaşamını oluşturan profesyonel olmayan, uzmanlaşmamış faaliyetlerdir (1988). Vernant bunu şöyle ifade eder: “Eğer meslek her birimizde onu diğerlerinden ayıran şeyi tanımlıyorsa, polis’in birliği mesleki faaliyetin dışında bir düzlemde kurulmalıdır”. Vernant bununla birlikte Antik Yunan’da iş bölümünün olmadığını iddia etmemiştir, en fazla “kurumsallaşmadığı” sonucuna varacak ifadeleri (1988: 297) ya da anakronik olamamak adına belirli bir rezerv ile değerlendirilmesi önerileri mevcuttur (1988: 288). Bu sebeple, Vernant’ın ya da diğer çağdaş uzmanların bu eksendeki argümanlarından yola çıkarak, Emmanuel D’Hombres’in şu iddiasına varmak oldukça problemlidir: “Zanaatların bölünmesi ve tamamlayıcılığı üzerine en ünlü antik metinlerin dikkatli bir incelemesi, Klasik ve Helenistik dönem Yunanlılarının iş bölümü kavramına sahip oldukları sonucuna götürmez” (2005: 136) . Yine bu anlamda D’Hombres’in doktora tezinin ilgili bölümün


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 191.

(2005: 132-137) başlığında önerdiği “Meslekler ayrımı versus iş bölümü” olarak adlandırdığı ayrım nominal düzeyin ötesine geçmeyecek bir öneridir. Bu eksendeki argümanlardan çıkarılabilecek sonuç, modernler ile antik dönem yazarları arasında fark olduğudur ki Marx bu farkı kullanım değeri üzerinden gündeme getirir. Öte yandan Marx için antik dönem düşüncesinde iş bölümünün var olduğu açıktır; örneğin Platon için “topluluk içindeki iş bölümünü ihtiyaçların çeşitliliğinden ve bireylerin eğilimlerinin tek yanlılığından hareketle geliştirir”, Ksenophon için “iş bölümünün seviyesinin pazarın büyüklüğüne bağlı olduğunu zaten bilmesine rağmen, elde edilecek kullanım değerinin kalitesi burada sadece sabittir” (1993: 413) ve yine Ksenophon için “iş bölümüne Platon’dan daha yakından bakar; bu iş bölümü bireysel atölyelerde olduğu kadar geniş ölçekte de gerçekleşir” (1975: 282) ifadelerini kullanır. Vernant’ın “modern kapitalizmin ekonomik kategorilerini Yunan dünyasına uygulamamıza hakkımızın olmadığı gibi antik kentin insanına da bugün çizildiği şekliyle çalışmanın psikolojik işlevini yansıtamayız” (1988: 295) görüşü oldukça yerinde, anakronizmden uzak gözükmektedir ve yine bu görüş de aradaki farkı vurgulamaya yöneliktir ve bu yaklaşıma dayanarak Antik Yunan’da iş bölümünün olmadığı varsayımını çıkarmak da problemlidir. Vernant’ın kendine özgü argümanına karşı olaraksa temelde en az iki eleştirel soru yöneltilebilir: Bunların ilki birleştirilmiş, genel, tek bir iş kavramı, anlayışı olmaksızın iş bölümünün nasıl mümkün olabileceğidir, ikincisiyse Marx, temel olarak Antik Yunan’da çalışma ya da ekonomi gibi bir konu üzerine çalışmadığından, iş bölümü hakkında yalnızca antik dönem yazarlarının eserleri üzerinden görüş vermiş olmasının göz ardı edilip edilmediğidir. Bu sebeple Vernant’ın Antik Yunan toplumunda “iş, çalışma” hakkındaki görüşlerini Marx’tan ayrıştırarak ele almak önemlidir. Atina toplumunda bir yanda olumlu değerler ve toplumsal bir işlev olarak çalışma fikri diğer yanda işçilerin gerçek durumu biçimindeki gergin zıtlığın altını çizen ve temelde Antik Yunan’daki iş anlayışını modernlere yaklaştırma gayretinde bulunan Robert von Pöhlmann aslında Vernant’dan önce bu konuda bir (karşı) pozisyon almıştır (Pöhlmann, 1925: 229-230). Pöhlmann’ın ve Vernant’ın ilgili metinlerini yayınladıkları tarihlerden sonra Antik döneme dair çalışmalardaki teknik ilerlemeler sayesinde erken verilmiş hükümlerden, az dayanaklı fikirlerden ve anakronizmden çok daha uzak çalışmalar da yayımlanır. Örneğin, Peter Acton, alt başlığı Klasik Atina’da Üretim olarak Türkçeye çevirebilecek olan Poiesis eserinde antik dönemde Atina’da iş ve çalışma konusunu çok detaylı inceler (2014). Bu eser Antik Yunan’da iş bölümü olduğunu savunan argüman açısından önemlidir; hem çalışmanın Atina’da nasıl ne kadar ne biçimde olduğunu ortaya koyar hem de toplumsal iş bölümünden farklı olarak atölyedeki (işyerindeki) iş bölümünün antik dönemde mevcut olduğu iddiasını taşır (2014: 29-32). Marx’ın belirlediği üç iş bölümü türünden (1975: 317-318) bu iş bölümü türünde Antik Yunan’a tek atfıysa Ksenophon’un karakteristik burjuva içgüdüsünün onu atölyedeki iş bölümü kavramına Platon’dan daha fazla yaklaştırdığıdır ( 1993: 412-413; 1975: 281).

Vernant’a karşı ilk eleştirel soruya geri dönülürse, Antik Yunanda genel bir iş kavramı olup olmadığı sorusu için öncelikle Eski Yunanca kavramlara başvurmak yani Eski Yunancada çalışmanın karşılığını aramak ve Antik Yunan’dan günümüze kalan eserlerde bu sözcüklerin nasıl bir anlam dünyası içerisinde yer aldıklarını incelemek


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 192.

akla yatkın bir yöntem gibi gözükmektedir. Her ne kadar Marx’ın işin insanı beklememesi konusundaki Platon eleştirisinde genel “iş” kavramını kastettiği yorumu çıkarılabilse de argüman geliştirmek için bu çıkarım yeterli değildir. Raymond Descat’ın henüz Türkçe’ye çevrilmemiş, başlığını İş ve Çaba M.Ö. 8. Yüzyılda 5. Yüzyıla Eski Yunanda Çalışmanın İdeolojisi olarak çevirebileceğimiz metni, okuyanda “keşke M.Ö. 5. yüzyıldan sonrası (Sokrates sonrası) için de bu biçimde devam etse” hissini bırakacak kadar iyi biçimde bunu yapar. “Yunanlıların işi nasıl deneyimlediklerini nasıl tasavvur edebiliriz?” sorusu temelinde, Yunan dilinde iş için net bir ifade bulmanın zorluğunu gözeterek, Hesiodos ve Herodotos örneklerinden başlayarak, çevirideki ve dolayısıyla modern “iş” ifadesi ile Yunanca ifade arasındaki ilişkideki belirsizlik sorununu ortaya koyarak, Yunanlıların da herkes gibi çalıştığı iddiasını güçlendirerek, işi neden bugün anladığımız şekilde ifade etmediklerini sorgular (1986: 11-12). Descat’a göre öncelikle “iş” ifadesinin tüm kavramlar gibi tarihsel bir biçimi vardır; dolayısıyla başka bir çağa uygulandığında bazen hatalı olur ve bu nedenle hassasiyetle tanımlanmalıdır (1986: 13). Descat, birçok tarihçinin çeşitli vesilelerle ve doğrudan olmayan bir biçimde ilgilendiği bu konuda ele aldıkları ilk sorunun, çalışmaya karşı ahlaki tutumla ilgili olduğunu ifade eder ve şöyle örnek sorular verir: Yunanlılar çalışmayı bir görev olarak mı görüyorlardı? Çalışmayı (her şeyden önce el emeği anlamında) hor görmüyorlar mıydı? Oysa Descat’a göre bu soruları olumlamak ya da olumsuzlamak bir anlam ifade etmez; zira önce “çalışma ile tam olarak ne kastedilmektedir?” sorusunun yanıtlaması gerekir ve “kaynaklara biraz aşina olmak, “çalışma” ifadesine en yakın olarak kabul edilen érgon kelimesine temelde özel bir tutum – övgü ya da aşağılama – atfedilmediğini bize öğretir” (1986: 13-14). Descat’a göre Vernant, Marx ve özellikle Meyerson’dan esinlenen ilkeli pozisyonlar geliştirir ve ancak somut anlamda araştırmasına Meyerson’ın vardığı sonuçlar damgasını vurur. Descat, Meyerson’un Vernant tarafından geliştirilen görüşünü de özetleyerek şöyle eleştirir: τέχνη (tékhnē) yani “zanaat” tek Yunan çalışma biçimidir; bu koşullar altında çalışma kent yaşamının zemini değildir, çünkü kent bir şirketler dünyası değildir (1986: 15-16). Bu toplumda, tarım ayrıcalıklı bir yere sahip olduğu için toplum zanaat etrafında inşa edilmemiştir; ancak bu, çalışmayla ilgilenmediğinin söylenebileceği anlamına gelmez. Başlangıç noktası tanımlanmış bir psikolojik değer değil, Yunanca sözcüklerdir. Descat bu sözcüklerden ργον (érgon) / ργάζεσθαι (ergázesthai) sözcük grubunun kullanımının Vernant’da ekonomik yaşamın iki türüyle (tarımsal ve finansal faaliyetlerle) sınırlandığını iddia eder (1986: 17). Descat’a göre bu kelimenin kullanımındaki sınırlama keyfi görünmektedir zira zanaatlarda, madencilikte, ticarette, tek kelimeyle tüm ekonomik faaliyetlerde varlığını göstermek kolaydır: Gerçek ve önemli bir toplumsal olgu olarak kabul edilebilir zira Atina’nın tembellik/boş zaman yasaları örneği bunu açıkça gösterir; yine Solon yasası, çalışmanın belirli bir toplumsal işlevi ifade ettiği fikrini taşımasaydı Helenistik döneme kadar uygulanamazdı (1986: 17). Eski Yunancada işe karşılık gelebilecek sözcüklerden “iş”in genel anlamını taşıyabilecek ikisi ργον (érgon) ve πόνος (pónos), sözcükleridir. Raymond Descat da tam da bu sebeple L’acte et l’effort başlığını (Descat l’acte’ı yani “iş”i érgon sözcüğünün Fransızca karşılığı, l’effort’u pónos için tercih eder) taşıyan eserini bu iki karşılık üzerinde kurmuştur. İşin olası karşılıkları Eski Yunanca sözlüklerde ilgili maddelerde önem taşımayan küçük farklar barındırmakla birlikte bu sözcüklerin karşılıkları hususunda tutarlılık sergilerler. Örneğin pónos


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 193.

“çaba, zahmet, iş, çalışma, mücadele, fiziksel acı, yorgunluk, yorucu iş, acı (fiziksel ve manevi), ıstırap” anlamlarını karşılarken, érgon sözcüğüyse şu anlamlara gelir: “eylem, uğraş, iş, ilgilenilmesi gereken konu, mesele, ihtiyaç, gereklilik, yapılan iş, şey, mesele”. Eski Yunancada “bölünme” kelimesinin karşılıkları olmasına rağmen bir bütün olarak “iş bölümü” ifadesini bulmak mümkün değildir: Bir kavramın belirli bir tarihte adlandırılmış olması, onun o tarihten önceki izini sürme arayışını geçersiz kılmaz. Aksine, kavramı önceki izlerinden ayırmak için olası köklerini araştırmak gerekir. İş bölümünü bugünkü haliyle antik Yunan dünyasına ya da on yedinci yüzyıla uygulamanın gülünçlüğünü yeniden dile getirmeye gerek yoktur. Bir kavramın belirli bir tarihsel dönemde henüz adlandırılmamış olması, o dönemde var olmadığı anlamına gelmez. Öte yandan, böyle bir araştırma, örneğin Antik Yunanda iş bölümü olmadığı onun yerine meslekler ayrımı olduğu varsayımını güçlendirmek, bu ikisi arasında nominal bir farklılığın ötesine geçmek için de gereklidir. Böyle bir araştırma iş bölümü ve meslekler ayrımı arasında kategorik bir fark olduğu sonucunu verse bile, hipotez düzeyinde bir kavramı adlandırırken hata yapma riski karşılığında; önemli bir sonuca ulaşılmış olur. Bir kavramın farklı adlandırılması (“iş bölümü”ne karşı “meslekler ayrımı”) onu ayırt etmek için faydalı olabilir; ancak kategorik bir farklılık olduğu sonucunu vermez veya birinin diğerinin öncülü olmadığını kanıtlamaz. Dahası, eğer bir öncelik-sonralık ilişkisi olsa bile, bu ikisi “birlikte kaldırma” (sunanairesis) olarak değerlendirilebilir, yani öncülün kaldırılması zorunlu olarak sonucun kaldırılmasını gerektirir, ancak tersi geçerli değildir. Bir terim olarak iş bölümü ilk kez on yedinci yüzyılda adlandırılmış olsa da3, Antik Yunandan bir eser incelendiğinde açık ve net bir şekilde ortaya çıkarılabilir ya da en azından olası kökleri teşhir edilebilir. Modern dönemde fabrikadaki iş bölümü olarak adlandırılan iş yerindeki iş bölümü ile analoji kurmaya imkân veren ve iş bölümünü pazarın genişliğinin sınırlandırması fikrini içeren Ksenophon’un Kyros’un Eğitimi metninde Kral Kyros’un sofralarının neden diğerlerinden daha lezzetli olduğunun anlatıldığı pasaj (1967: 378) Antik Yunan eserlerinde iş bölümüne dair modernler tarafından en çok alıntılanan metindir ve buna karşılık modern ve çağdaş yorumcuların gözünden kaçmış olan bir örnek Nikomakhos’a Etik eserinde Aristoteles’in tapınak inşası işinin farklı bölümlerinin bir araya getirilmesiyle ilgili kısımda bulunur (2014: 2207). Bu iki metinde de iş bölümü örnekleri ne kadar belirgin olsalar da eserin bağlamından oldukça uzakta yer almaktadırlar. Eserin bağlamında iş bölümünün merkezi konumda ve belirleyici olduğu iddia edilebilecek metinler ise Platon’un Devlet, Ksenophon’un Ekonomi4 ve kısmen Aristoteles’in Politika metinleridir.

3 Her ne kadar bu terimin ilk kullanılışının 1776 yılında yayınlanan Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserinin ilk cümlesi bkz. Smith (1937: 3) olduğu iddia edilse bile René Antoine Ferchault de Réaumur’un İğne Yapma Sanatı başlıklı eserinde 1671’de terimi çok yakın bir formda (Fransızca, iş bölümünün bugün karşılığı la division du travail iken Réaumur bunu division de ce travail olarak) kullanmıştır. Bkz Réaumur (1761: 1). Bu konuda yapılmış detaylı bir çalışma için bkz. Peaucelle (2006).

4 Aile içinde iş bölümünün (cinsiyete dayalı iş bölümü) ilk izlerinin bulunduğu Ksenophon’un İktisat Üzerine -Oikonomikos- eserinde, Atina’da “örnek yurttaş” olarak anılan İskhomakhos mülkünü en iyi yöneten kişidir ve ekonomi  sözcüğünün ilk defa kullanıldığı bu Sokratik diyalogda, İskhomakhos’un örnek yurttaş olarak anılmasının sebebi hane içindeki iş bölümüne dayandırılır bkz. Xénophon (1949: 62). Bu çalışmanın daha fazla genişlememesi adına bu metnin analizi dahil edilmemiştir.


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 194.

Platon’un Devlet Eserinde İş bölümü

Platon, Atina’daki demokrasi krizi ve krizle birlikte iyice belirginleşen Yunan yozlaşmasını telafi etmek için hem kendisinden önceki düşünürlerden miras kalan geleneksel adalet anlayışını göreve çağırdığı hem de siyaseti basit bir hegemonya mücadelesinden öteye, ortak yaşamın koşullarının, amaçlarının ve kökenlerinin nasıl olması gerektiğini belirlemeye taşıdığı (iyi düşünülmüş mükemmel bir kent fikri) Devlet eserinde, adaletin kendisinin ne olduğunu araştırır ve adaleti tanımlayarak bir kavram olarak ortaya koyar. Adalet tek bir insan için olduğu kadar tüm kent için de vardır. Socrates’e göre kent, bireyden daha büyüktür ve daha geniş bir çerçevede adalet arayışının önce yapılması yöntem olarak daha uygundur (Platon, 2011: 1528) . Bu sebepten adalet araştırmasına kentte başlar. Eğer kentte adaleti bulabilirse, birey için de bulmuş olacaktır. Sonunda kentte adaletin tanımını “kişinin kendi işleriyle meşgul olması ve kendini çeşitli işlere dağıtmaması” (Platon, 2011: 1596) olarak bulur. Birey için de adalet buna benzer olarak tanımlanacaktır. Sokrates, adaletin bu “kendi işini yapmak” olarak verdiği formülünün, henüz kentin kuruluşunun başlangıcında koydukları bir kuralın belli bir biçiminden geldiğini belirtir (Platon, 2011: 1596). Adalet araştırmasına önce kentten başlamaya karar verdikten sonra, Socrates ve arkadaşları, önce bir kentin kuruluş nedenini belirlerler: Bu, insanların kendi kendine yetmemesidir. İkinci olarak, bir kenti tanımlarlar: İnsanlar çeşitli ihtiyaçlardan yoksundur, insanlar birbirlerine yardım etmek için bir araya gelerek bir yerde toplanırlar ve bu topluluğa kent adını verirler. Üçüncü olarak, bir şehirdeki mübadele ilkesini ortaya koyarlar: “Biri bir başkasıyla mübadele etmeye başladığında ister versin ister alsın, her zaman kendisi için daha iyi olduğu düşüncesiyle hareket eder”. Bu belirlemelerden sonra kentlerini Socrates’in deyişiyle “kelimelerle inşa etmeye” başlarlar (Platon, 2011: 1528). İlk olarak, kentlerinin temelinin kendi ihtiyaçları olacağını belirlerler. İkinci olarak, ihtiyaçlar hiyerarşisini ortaya koyarlar: Yiyecek temin etmek, barınak, kıyafet ve bu tür şeyler. Üçüncü olarak, kentin bu tür ihtiyaçlarını birini çiftçi, diğerini duvarcı, ötekini bir dokumacı, berikini kunduracı ya da bedenin bakımıyla ilgilenecek başka bir zanaatkâr yaparak karşılarlar. Temel ihtiyaçlara dayanan şehir bu nedenle en az dört ya da beş kişiden oluşur. Son olarak, adalet tanımının dayandığı bu kuralı ortaya çıkaran soruyu sorarlar: “Her biri kendi zanaatını diğerlerinin kullanımına sunmalı mıdır?”( Platon, 2011: 1528). Böylece eserde adaletin bu “kendi işini yapmak” formülü “kendi işi” (τ ατο ργον: tó aftoú érgon) ifadesinden gelir; bu Sokrates’in şehrin kuruluşunun başlangıcında atıfta bulunduğu şeydir. Sokrates bu soruyu kentin ilk yurttaşlarına uygular, yeniden formüle ederek şöyle sorar:

Çiftçi tek başına dört kişinin yiyeceğini mi sağlamalı ve buğday üretmek ve diğerleriyle paylaşmak için harcadı-ğı zamanı ve çabayı dörde mi katlamalı? Ya da diğerlerini umursamadan kendi ihtiyaçları için bu buğdayın yal-nızca dörtte birini, zamanın dörtte birinde üretip ve geri kalan zamanın dörtte üç biriminin, birini ev, diğerini kıyafet, bir diğerini ayakkabıya yapmaya mı ayırmalı ve sahip olduğu şeyleri ortaklaştırmak yerine, kendi işlerini kendi başına ve yalnızca kendisi için mi yürütmeli? (Platon, 2011: 1528)

Socrates ve arkadaşları, ilk seçeneği tercih ederler çünkü her şeyden önce bunu yapmak daha kolaydır. Bu tercihin nedeni, her insanın başlangıcında doğal olarak tamamen aynı şekilde gelişmemesi ve doğanın onları her biri farklı bir işle uğraşacak


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 195.

şekilde farklılaştırmasıdır. Socrates bunu şöyle ifade eder: “Biz insanlar birbirimize benzer yaratılmamışızdır; aramızda yetenek farkları vardır, kimimiz şu işe, kimimiz bu işe yatkınızdır” (Platon, 2011: 1529). Buna ek olarak, işin tek bir işte çalışan biri tarafından birkaç işte çalışan birine göre daha iyi yürütüldüğünü savunmaktadırlar. İkinci olarak, iş için doğru bir zaman olduğunu ve bu zaman kaçırılırsa işin boşa gideceğini, ziyan olacağını çünkü işin işi yapanın boş zamanını beklemeyeceğini, ancak işi yapanın bununla ikincil bir iş olarak değil, asıl işi olarak ilgilenmesi gerektiğini belirtmektedirler.5 Son olarak, seçimlerini şu şekilde gerekçelendirirler: “Herkes doğal eğilimlerine göre” ve doğru zamanda yalnızca bir şey yaparsa, sonuç daha iyi olacaktır. Sokrates bunu tam olarak şöyle ifade eder: “Sonuç olarak, her insan doğal eğilimlerine göre ve doğru zamanda tek bir şey yaparsa ve başkalarının işleriyle ilgilenmezse, mallar daha fazla miktarda, daha kaliteli ve daha kolay üretilecektir” (Platon, 2011: 1529).

Platon’un Devlet eserindeki adalet araştırmasında ortaya koyulan adalet tanımının nirengi noktasını “iş” kavramı oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, bu tanımda iş bölümünü ya da en azından bunun açık izlerini bulmak mümkündür. Bahsi geçen “iş”in metnin bağlamı içinde ne anlama geldiğini anlamak için metnin devamının da analiz edilmesi uygun olacaktır. Sokrates ve arkadaşları, herkesin tek bir iş yapması yönündeki tercihlerini meşrulaştırdıktan sonra, kentin nüfusunun da aynı nedenle artması gerektiğini ileri sürerler. Mevcut yurttaşların işlerini yürütmek için gerekli aletlere duyulan ihtiyaç, tek işi gerekli aletleri yapmak olan yeni zanaatkârlar gerektirir. Bu ilkeye uygun olarak, üretim araçlarını yapmak için dülgerler, demirciler ve bunun gibi birçok zanaatkar; hayvanlardan hammadde ve işgücü olarak yararlanmak için, sığırtmaçlar, çobanlar ve diğer çoban türleri; kurulduğu bu şehirde olmayan malları ithal etmek için, tüccarlar ve denizcilik faaliyetlerinde uzman olanlar, kentin pazarında alım satım için satıcılar, fiziksel güç gerektiren ancak entelektüel nitelik gerektirmeyen ağır işler için ücretliler -gündelikçiler- kente eklenir. İthalat ihracatı gerektirir, bu da ihtiyaçtan fazla üretim gerektirir ve bu da üretim için çok sayıda çiftçi ve diğer zanaatkarların kentte bulunmasına neden olur. Sonuç, nüfusun artması ve işlerin çeşitlenmesidir. Böylece bu kent Sokrates’e göre basit bir form olarak tamamlanmış, yeterince gelişmiştir ve Socrates bu kentteki yurttaşların yaşamının nasıl olacağını anlatır. Glaukon bu kentteki yaşamı çok ilkel bulur ve karşı çıkar, Sokrates ise “sağlıklı” bir kent oluşturduğu ölçüde “gerçek kent” olarak adlandırır bu kenti. Glaukon’un bu muhalefeti nedeniyle bu noktadan sonra tarif etmeye devam ettikleri kentten bu “gerçek kenti” ayırır. Sokrates ikincisini lükse ulaşmış olduğu için “şişmiş (hastalıklı) bir kent” olarak adlandırır (Platon, 2011: 1532). Sokrates, adaletin yanı sıra adaletsizliğin de kaynağını kolayca bulabilmek için bu tip bir şehri tarif etmenin iyi olduğunu düşünür. Bu tip bir kentin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için nüfusun ve iş çeşitliliğinin önemli ölçüde artması gerekir ve Sokrates’in gerçek kentinin ihtiyaç duymadığı çeşitli yurttaşları ekleyerek büyür ve bu tip kent bu yeni genişleyen nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla kaynağa gereksinim duyar. Ancak bu, komşu kentlerin de benzer durumda olacağı düşünüldüğünde kaçınılmaz bir biçimde savaşa neden olur. Savaşta

5 Marx işin zamanı ile ilgili olarak bu ikincideki “ργου καιρόν, διόλλυται” ifadesine vurgu yapmaktadır. Bkz. Marx (1993: 412).


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 196.

kenti savunmak ve aynı zamanda kaynaklar için savaşmak gerektiğinden bir ordu gereksinimi doğar. Adaletin tanımındaki aynı ilke uyarınca, sadece savaş sanatını icra edenler, yani koruyucular şehre eklenir. Daha sonra Sokrates, koruyucular arasında yöneticiler ve savaşçılar ayrımı yapar ve ikincisini yardımcılar olarak adlandırır (Platon, 2011: 1577-1579).

Kent meselesi netleştirilmeye çalışılırsa Platon’un Devlet’inde birbirini takip eden üç kentten bahsedildiği söylenebilir. Birinci kent, Sokrates’in şu öneriyi yapmasından önce bahsedilen kenttir: “Kentimizi kelimelerle inşa edelim, en baştan başlayarak”. Bu kentle ilgili üç konu gündeme getirilir: kentin kuruluş nedeni, kentin tanımı ve kentteki mübadele ilkesi. Metnin genel tonu göz önüne alındığında bu kent, genel bir kent anlayışını ifade eder, başka bir deyişle tarihsel bir olgu olarak kenti. Sokrates Ademantus’a “kent bizim gözümüzde tamamlanmak için yeterince gelişmedi mi?” (Platon, 2011: 1531) diye sorduğundaysa ikinci kentin gelişimi tamamlanır. Glaukon, Sokrates’in anlattığı ilkel yaşam nedeniyle bu ikinci kenti “domuzlar kenti” olarak nitelendirir; oysa Sokrates’e göre bu gerçek kenttir. Üçüncü kent ise Sokrates’in şu ifadesiyle başlar: “Bu nedenle şehri daha da genişletmek uygundur. Çünkü tarif ettiğimiz bu şehir -sağlıklı şehir- artık yeterli değildir” . Sokrates ikinci şehirden başlangıçta “şişmiş (hastalıklı) bir kent” ve “lükse ulaşmış bir kent” (Platon, 2011: 1531) olarak bahseder, ancak araştırmanın sonunda kentte adalet bulunduğunda burası “güzellik kenti” haline gelir. İlk kentin kurulması için ortaya konan neden ihtiyaçlardır ve bu ihtiyaçlar temelinde kurulan ikinci kentte çiftçiler, duvarcılar, dokumacılar, kunduracılar, bedenle ilgilenecek diğer bazı zanaatkârlar, dülgerler, demirciler, sığırtmaçlar, çobanlar, diğer çoban türleri, tüccarlar, denizcilik faaliyetlerinde uzman olanlar, satıcılar ve gündelikçiler vardır. İkinci şehirden farklı olarak üçüncü şehirde avcılar, taklitçiler, müzikle ilgilenenler, şairler, kentleri gezerek büyük şairlerin şiirlerini seslendirenler, aktörler, koreograflar, girişimciler -tiyatro yöneticileri- , üreticiler, her türlü aksesuar ve özellikle kadınların süsleri ilgili olanlar, hizmet insanları, pedagoglar, dadılar, mürebbiyeler, oda hizmetçileri, kuaförler, iyi aşçılar, kasaplar, domuz çobanları ve doktorlar, muhafızlar (koruyucular) ve yardımcılar (yöneticiler ve savaşçılar) vardır. Listelenen işler bu metindeki “iş” kavramının içeriğini oluşturmaktadır. Bu listeyi metinde kent tartışmasından önce bahsedilen gemi kaptanı, bağcı (üzüm) veya taklitçiler tartışmasında bahsedilen marangoz ve ressamları ekleyerek arttırmak da mümkündür. Bu çokluk “iş” kavramı altında birleştirilebilir, metinden de birleştiği yorumunu çıkarmak mümkündür; bir başka ifadeyle bu çokluğun her bir teriminin “iş” olarak alınabilir. Bu yüzden Sokrates üçüncü kentte araştırdıkları adaleti bulduğunda, ikinci şehrin başlangıcına, özellikle de “kendi işine” ifadesine atıfta bulunur.

Devlet metninin merkezinde, Sokrates’in adalet formülünü ortaya koyduğu iş bölümü yer almaktadır iddiası son çözümlemede çok da yersiz değildir. Kentin ihtiyaçları ancak insanlara iş atfedilerek karşılanabilir, daha doğru bir ifadeyle, bu ihtiyaçlar, insanları işlerle özdeşleştirerek karşılanır. Sokrates bunu şöyle ortaya koyar: “Kent bu ihtiyaçları karşılamaya nasıl yetecektir? Birini çiftçi, diğerini duvarcı, bir başkasını dokumacı yapmaktan başka bir yol var mı? Beden bakımı için bir kunduracı ya da başka bir zanaatkâr da ekleyelim mi?”( Platon, 2011: 1528). Bahsi geçen işler listesindeki her terim bir iş olarak kabul edildiğinde, bir işle özdeşleştirilen her kişi kentin bir yurttaşı olur. Bu özdeşleşme zaten şu soruyu öncelemektedir: “Her biri kendi işinin


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 197.

hizmetini/ürününü, diğerlerinin ortak kullanımına sunmalı mıdır?” (Platon, 2011: 1528). Bu cümledeki “kendi işi” ifadesinin, iş listesindeki her bir terimin genel “iş” kavramı altında değerlendirilmesi dışında başka bir şeye gönderme yapması mümkün gözükmemektedir. Bu anlamda, bölünmeyi mümkün kılan şey de budur. Son çözümlemede, iş bölümünün imkânı genel iş kavramının varlığındadır ve metinden bu yorumu çıkarmak olası gözükmektedir. İş ile işi yapanın özdeşleştirilmesinden hemen sonra kentte çalışma biçimine karar verirler ve çiftçinin ürününü başkalarıyla paylaşmak için üretime dört kat daha fazla zaman ve çaba harcadığı çalışma biçimini tercih ederler. Bu tercihten şu zorunlu sonuçlar çıkacaktır: Birincisi, iş zaman ve çaba ile ölçülür. Bu örnekte, dört farklı işe karşılık gelen dörtlü bir bölümleme söz konusudur. İkincisi, bu çalışma biçiminde, tek bir kişi (çiftçi) için tek bir iş (buğday üretmek) vardır, başka bir deyişle, kişi sadece tek bir şeyle ilgilenir. Bir çiftçi yalnızca çiftçi olabilir; çünkü her insan bu çalışma biçimi meselesinden önce zaten bir işle özdeşleştirilmiştir. Üçüncüsü, bu kişi şimdi diğer ihtiyaçlarını (ev, kıyafet, ayakkabı) karşılamak için bir mübadele ilişkisine girmek zorundadır; çünkü tüm zamanını ve çabasını buğdaydan başka bir şey üretmeye harcamamaktadır. Yani kendi kendine yeterli değildir ve bu üçüncü sonuç nedeniyle başka insanlara (işe eşdeğer) ihtiyacı vardır. İnsan ve iş eşdeğerdir çünkü kentin temelini oluşturan ihtiyaçları karşılamak için insan işle özdeşleştirilmiştir. İhtiyaçlar kentin temelidir ve bu varsayım, kenti inşa etmeden hemen önce sözünü ettikleri ve tarihsel bir olgu olarak kabul edilebilecek ilk kentten gelmektedir. Bu ilk kentin kuruluş nedeni insanların “kendi kendine yetememesi” olarak belirlenmiştir. O andan itibaren, biri belirli bir ihtiyaç için diğerine başvurur ve sonra bu kişi diğer ihtiyaca göre bir başkasına başvurur ve çok sayıda şeyden yoksun oldukları için, insanlar aynı toplulukta bir araya gelir ve birbirlerine yardım etmek için birleşirler. Buna kent adını verirler ve bir şehirdeki mübadele ilkesi şu şekilde özetlenir: “Bir insan bir başkasıyla alışveriş yaptığında ister versin ister alsın, bu her zaman kendisi için daha iyi olduğu düşüncesiyle yapılır”( Platon, 2011: 1528). Dolayısıyla, bu ikinci şehirde bu çalışma biçimini seçmelerinin sonuçları, tarihsel bir gerçek olarak kabul edilebilecek ilk şehre uygundur. Ancak önemli bir fark vardır: İlkinde temel bir neden olarak varsayılan şey, ikincisinde bir seçimin sonucudur. Sokrates, “kentin, her birimizin kendini kendi kendine yeterli olmama, aksine birçok şeyden yoksun olma durumunda bulması nedeniyle oluştuğunu” iddia eder ve Ademantus da buna katılır (Platon, 2011: 1528). Sokrates, bir kentin kuruluşunun bu nedenini, kentin (ilk kentin) doğuşunda tarihsel bir olgu olarak öne sürer. “Kendi kendine yetmeme” (kentin kendi kendine yetmeyeceği bir durum) ne bu metindeki daha önceki bir argümana ne de Platon’un kentin oluşumunu tartıştığı diğer eserlerine atıfta bulunur. İkinci kent Sokrates’in şu sözleriyle başlar: “Kentimizi kelimelerle inşa edelim, en baştan başlayarak ve öyle görünüyor ki onu oluşturacak olan bizim ihtiyaçlarımızdır” (Platon, 2011: 1528). Bu kentin ihtiyaçları (yiyecek, barınma, giyecek ve bu tür şeyler) “birini çiftçi, diğerini duvarcı, diğerini dokumacı yapmak” yoluyla karşılanabilir. Ayrıca bu listeye “bir kunduracı veya bedene bakacak başka bir zanaatkâr” da eklenir. Sonuçta biri çiftçi, diğeri duvarcı vs. olur. Kentin ihtiyaçlarını karşılamak için insanlara işin bu şekilde tahsis edilmesi (ya da belirlenmesi) ve bunun çalışma biçiminin tercihine önceliği göz önüne alındığında iş zaten bölünmüştür. Başka bir şekilde ifade edilirse kentte nasıl çalışılacağı sorusu ortaya çıktığında, zaten bir iş bölümü vardır. Çalışma biçimi tercihinde, bir insanın zamanını ve çabasını göz önünde bulundurarak yalnızca kendi işini mi yapması gerektiği, yoksa zamanını ve çabasını bölerek ihtiyaç duyduğu birkaç işi mi yapması gerektiği tartışılmaktadır. Sonuç olarak, ikinci durumda, bir işçi kendi kendine yeterli olacak ve başkalarına ihtiyaç duymayacaktır. Ancak, ilk seçenekte, bir çiftçi zamanını ve çabasını bölmez, sadece kendi işini yapar; yani bir çiftçi kendi işinde uzmanlaşır ve sonuç olarak kendi kendine yeterli değildir ve başkalarına ihtiyaç duyar. Kenti kelimelerle inşa etmelerinin nedeni adaletin ne olduğuna dair arayışlarıdır. Kentlerinin temeli ihtiyaçlardır ve ihtiyaçlar insanlar arasında bölünen işle sağlanır. Bu bölünmenin nedeni, doğanın insanları farklılaştırması ve “her birinin kendini farklı bir işe adaması” ile açıklanır. “Herkes kendi doğal eğilimine göre sadece bir şeyle ilgilenir.”6 (Platon, 2011: 1529). İş bölümünün bu uygulaması, üç niteliğin (daha fazla, daha iyi, kolay) üretime atfedilmesiyle gerekçelendirilir. Bu andan itibaren kent, iş bölümünün bu uygulaması ile inşa edilir ve bu nedenle gelişmeye başlar ve nüfusu artar.

Felsefe Tarihinde İş Bölümü Geleneğine Karşı Marx ve Engels

Jean-Jacques Rousseau insanlık tarihini yeniden ele aldığı İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine adlı eserinde insanlar arasındaki eşitsizliğin kökeninde mülkiyete dayalı toplumu görür ve “eşitsizliği doğuran ilk eylemin bir tek kişinin yapabileceği işlere birçok elin katılmasında” (1856: 177) olduğunu ifade eder. İş bölümünün kendisinin olumsuzlanması olarak değerlendirilebilecek Rousseau’nun bu yaklaşımı dışında, felsefe geleneği içinde Marx ve Engels’e kadar bu konuda

6 κατ φύσιν (kata phúsis) ifadesindeki κατ (kata) sözcüğü burada Türkçe’de çıkma hali olarak da adlandırılan “-den hali”ni karşılıyor gibi yorumlanabilir. Bahsi geçen φύσιν (phúsis) kavramı çalışmanın başındaki hipotezde bahsedilen “doğa” anlamına da gelen kavramdır.


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 198.

tek bir aykırı ses bulmak mümkün değildir. Başka bir deyişle, felsefe tarihinde iş bölümüne dair ilk izlerin bulunabildiği Platon ve Ksenophon’dan Marx ve Engels’e kadar felsefe tarihi boyunca neredeyse hiçbir metinde iş bölümünün bütünüyle olumsuzlanmadığı iddia edilebilir.

Bir kişinin yalnızca bir işle uğraşmasının sonucunun daha iyi olacağı fikri Platon’dan sonra Aristoteles (2014: 2436), Aziz Augustinus (1854: 354), İbn-i Haldun (1997: 86), Sir William Petty (1888: 47-48), Bernard Mandeville (1991: 234), David Hume (1960: 485), Diderot (1751: 717), Adam Ferguson (2007: 173), Immanuel Kant (1786: 3) gibi filozoflar ve düşünürlerce farklı biçimlerde de olsa çeşitli vesilelerle hep olumlu olarak değerlendirilir ve Adam Smith’te bu olumlama zirvesini bulur (1937). Engels ve Antik Yunan felsefesini yakından tanıyan Marx ilgili gelenek ile gençlik eserlerinden itibaren gerek doğrudan Platon’a, Ksenophon’a atıfta bulunarak gerek dolaylı olarak hesaplaşırlar. Örneğin Alman İdeolojisi metninde “iş bölümünün” ortadan kalkması gerektiğini ifade ederler; zira onlara göre iş bölümü yapıldığı andan itibaren kişinin yaşamını sürdürecek araçları kaybetmek istemiyorsa kurtulamayacağı, herkese dayatılan kesin ve belirli bir faaliyet alanı söz konusudur. Avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmendir ve öyle kalmak zorundadır. Oysa “olması gereken” tahayyülde yani komünist toplumda, genel üretimi toplum düzenler ve böylece avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmadan, farklı zamanlarda ava çıkabilme, balığa gidebilme, hayvan bakabilme ve eleştiri yapabilme imkânı sağlar (2004: 20-21). Marx ve Engels’e göre


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 199.

(1968: 61) “iş bölümü ve özel mülkiyet özdeş ifadelerdir, ilkinde faaliyete göre ifade edilen, ikincide bu faaliyetin ürününe göre ifade edilir” (1968: 93) ve iş bölümünün ortadan kaldırılması dahası çalışmanın, işin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Bu sebeple, iş bölümü bağlamında Platon ile Aristoteles karşıtlığı (ikisinde de bir işi bir kişinin yapması daha uygundur; lakin Platon’da bu iş, insana doğal eğilimleri gereği atfedilir ve insanın, birden fazla işle meşgul olması adaletsizlik tanımında bulunur, Aristoteles’e göre ise bir yurttaş gençliğinde bir iş, orta yaşlarında başka bir iş, yaşlandığında ise farklı bir iş yapabilir) ile Platon ile Marx ve Engels’in karşıtlığı nitelik olarak farklıdırlar. Bu nitelik farkının açıklanması iki bakımdan önemlidir: Öncelikle iş bölümü konusunun Marx ve Engels’in temel kavramlarında sıkça bulunan Aristoteles referanslarından biri olmadığını, başka bir deyişle iş bölümü konusunda Aristoteles’in pozisyonunun bir uyarlamasını yapmadıklarını ortaya koymak elzemdir; zira Marx ve Engels’in bu konuda Aristotelesçi olarak yorumlanması Platoncu komünizm ile Marksist komünizm anlayışının kolayca yan yana getirilebilmesini sağlar ki bunun kolay olması bir yana mümkün olup olmadığı ciddi tartışmalıdır. Bunun dışında, bu nitelik farkının açıklanması Marx ve Engels’in felsefe tarihinde neden radikal bir kopuş olarak yorumlanabildiğini anlaşılır kılar.

Aristoteles, Politika metninde Platon’un iş bölümü ilkesi temelinde şekillenen kentini doğrudan eleştirirken, Platon’un bu konudaki temel yaklaşımını olumlar. Bu yaklaşım Platon’da “en uygun olan bir kişinin bir iş yapmasıdır” (2011: 1529) olarak ifadesini bulurken; Aristoteles bunu “bir iş en iyi tek bir kişi tarafından yapılır” (2014: 2372) şeklinde ifade eder. Bu ilke ve çeşitli biçimleri Ksenophon’un metinlerinden başlayarak felsefe tarihi boyunca çeşitli metinlerde farklı biçimlerde de olsa tekrar eder. Bu sebepten, çeşitli biçimsel farklılıklara rağmen bu anlayışın bir gelenek olarak okunması böylece mümkün görünmektedir. Platon ve Aristoteles’te bu ilke sadece mevcut olanın analizinde değil, olması gereken olarak ortaya koydukları projelerinde bulunur. Platonun Devlet diyaloğunda, Sokrates ve diğerleri, içinde adalet tanımını buldukları kenti, tarihsel bir olgu olan kentten hareketle kurarlar. Kuruluş sebebini, tanımını ve mübadele ilkesini tarihsel bir olgu olarak var olan kentten alırlar ve “olması gereken” kenti inşa etmeye girişirler. Aristoteles’in araştırmasının amacı ise “en iyi rejimdir” ve bunu mevcut rejimleri inceledikten sonra ortaya koyar. “Çoğunlukla aynı kişilerin hem askerlik hem de çiftçilik yaptığı görülür” ve “aynı insanlar asker, çiftçi ve zanaatkâr olabilir ama ayrıca müzakereci ve hakim de olabilirler (2014: 2417), lakin “aynı anda fakir ve zengin olamaz” (2014: 2418) bunlar Aristoteles’in Politika’da en iyi rejim konusundan önce mevcut rejimlere dair yaptığı tespitlerdir. Aristoteles’e göre (2014: 2503) en iyi rejimde çiftçiler, zanaatkarlar ve tüccarlar, aşağılık ve erdeme aykırı bir yaşam sürdükleri için kentin vatandaşları olamazlar çünkü yaşamın, politik faaliyetin ve erdemin gelişimi yani eğitim için gerekli olan boş zamandan yoksundurlar. Bu üçü hariç tutulduktan sonra, kent şu kısımlardan oluşur: askeri kısım ile müzakere ve yargı kısmı. Aristoteles bu noktada şu soruyu sorar; bu işleri “ayrı insanlar mı yoksa aynı insanlar mı yapmalı?” ve şöyle cevaplar; bu işler “bir şekilde aynı insanlara, başka bir şekilde farklı insanlara verilmelidir” (2014: 2504). Aristoteles kendi modelini mümkün olan tek model olarak önerir: Ona göre (2014: 2504), bu iki iş aynı insanlara verilmelidir, lakin aynı anda değil, zira bu iki iş bir insanın hayatının farklı dönemlerini gerektirir. Mesela insan gençliğinde biri işe, yaşlandığında başka bir


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 200.

işe uygundur. Böylece, sırasıyla, bir vatandaş şehrin siyasi yapısını oluşturan askeri kısma ve müzakereci kısma katılır. Ve rahiplik işlerini, bu iki sınıfın yaş nedeniyle işleri bırakan emekli üyelerine atfetmek gerekir. Son tahlilde Aristoteles bu soruya zaman temelinde bir çözüm bulmaktadır. Aristoteles’in bu modeli bu anlamda Platon’un karşıtıdır. Marx’ı Aristoteles ile yakınlaştırma, bir arada okuma geleneğinin külliyatındaki vurgu çok büyük ölçüde kullanım-değişim değeri ayrımı üzerindedir. Eğer iş bölümü konusunda böyle bir yakınlaştırma okuması yapılsaydı Marx ve Engels’in gençlik eserlerinden Alman İdeolojisi’ndeki bu konudaki tasavvuru, Aristoteles’in insan yaşamının farklı dönemlerine farklı işlerin atfedilmesinin temelde bir güne indirgenerek uyarlanması olduğu varsayımı ortaya atılabilirdi; lakin Marx ve Engels’in değişim değeri ile kullanım değeri arasındaki ayrım konusunda Aristoteles’e atıfta bulunarak (1894: 213-214) bu ayrım temelinde kendi değer anlayışlarını geliştirdiklerini ya da atıfta bulunmadan iş birliği ve boş zaman analizlerinin Aristotelesçi bir yaklaşımın izlerini taşıdığını iddia etmek mümkün görünse de konu iş bölümü olduğunda temel farklılığın iyi analiz edilmesi gerekir. Bu analiz Marx ve Engels’in felsefe geleneğinden radikal bir kopuş olarak yorumlanabilmelerinin sebebini verir ve bu sebeple önceki bölümde ele alınan ve Platon’un Devlet metninin temel argümanını tekrar ederek analize dahil etmek gerekir; zira Aristoteles Politika metninde tam da bu argümana karşı olarak üstte bahsedilen iş bölümü anlayışını ortaya koyar. Platon’un Devlet metninin merkezinde, Sokrates’in iş bölümü vasıtasıyla adaleti tanımladığı bulunur: İş ile özdeşleşen her kişi kentin yurttaşı olur. Bu tanımlama “kişinin kendi işiyle meşgul olması”7 ilkesiyle özetlenebilecek olan “çalışma tarzına” ilişkin sorudan önce gelir (Platon, 2011: 1526). Daha sonra “bir insan birçok işle uğraştığı zaman mı daha iyi iş görür yoksa bir tek işle” (Platon, 2011: 1529) sorusuyla çalışma tarzı tercihi konuya dahil edilir . Platon’a göre kent, ihtiyaçlar nedeniyle oluşur. Kent, “bir insanın belli bir ihtiyacı için başkasına, sonra başka bir ihtiyacına göre başkasına başvurması” (Platon, 2011: 1528) nedeniyle ihtiyaçların çokluğu nedeniyle aynı yerde toplanmış topluluk olarak tanımlanmaktadır. Kentin ilkesi kişisel çıkar temelinde mübadeledir. Olması gereken kent, Sokrates ve diğerlerinin tasarladıkları kent, bunların üzerine kuruludur. Dolayısıyla kentteki tüm temel ilişkiler ihtiyaçlardan doğar ve bunları sağlamak için iş bölümü daha başlangıçta gerçekleşir. “İş”, birini çiftçi, diğerini duvarcı vb. yaparak bölünür, dağıtılır. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde (2004: 20-21) bu durumu şöyle tarif ederler: “Nitekim işbölümüne başlandığı andan itibaren herkesin kendisine dayatılan ve çıkamayacağı münhasır ve belirlenmiş bir faaliyet alanı vardır; o bir avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirel eleştirmendir ve geçim araçlarını kaybetmek istemiyorsa öyle kalmalıdır” ve kendi tasavvurlarını, olması gerekeni, yani işbölümünün olmadığı durumu ortaya koyarlar: “Herkesin kendine özgü bir faaliyet alanına sahip olmadığı, ancak arzu edilen herhangi bir dalda gelişebileceği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler ve bu da benim için bugün bunu yarın diğerini yapabilmemi mümkün kılar: Sabah avlanmamı, öğleden sonra balık tutmamı, akşam hayvancılık yapmamı, yemekten sonra da eleştiri yapmamı hiçbir zaman avcı, balıkçı

7 Platon’un kullandığı τὸ ατο ργον (tó aftoú érgon) ifadesi latincede suum cuique olarak Almanca’da jedem das Seine ile karşılanır. Suum cuique, Prusya krallığının en yüksek derece onur madalyası olan Kara Kartal Nişanı’nın üzerinde yazarken, jedem das Seine ise İkinci Dünya Savaşı esnasında Nazilerin kullandığı bir mottodur ve Buchenwald Toplama Kampı’nın kapısında yazar. Türkçe’de “herkes kendi işine baksın” gibi bir ifade ile de karşılanabilir.


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 201.

veya eleştirmen olmadan sağlar”. Buradaki vurgu, ne genel üretimin toplum tarafından düzenlenmesinde, ne bir dalda gelişmede, hatta ne de günün farklı zamanlarındaki farklı faaliyetlerdedir. Vurgu, “özel bir faaliyet alanının” ortadan kaldırılmasındadır yani “avcı, balıkçı eleştirmen olmamak” üzerindedir; çünkü iş ister doğuştan ister öğrenilmiş olsun, herkese iş bölümü tarafından dayatılır. İş bölümü aynı zamanda bireylerin çıkarları ile tüm bireylerin ortak çıkarları arasındaki çelişkiyi de içerir. Ortak çıkar, işin paylaşıldığı bireyler arasında karşılıklı bağımlılık şeklinde ortaya çıkar. Platon’un kentinde, bir ihtiyaç ilişkisi içinde biri diğerine bağımlıdır. Marx ve Engels’in bakış açısına göre, iş bölümü, insanın kendi eylemine yabancılaşmasının ve ona hükmetmek yerine boyun eğmesinin ilk örneği olarak kabul edilebilir, çünkü faaliyet gönüllü, iradi olarak değil, doğal olarak (doğal eğilimlere göre, Platon’da olduğu gibi) bölünür. Ve sonunda insanın maddi hayatı onun amacı, çalışması da onun vasıtası olur. Çalışmanın (Marx ve Engels’in olması gereken olarak tasarladığı), kendini gerçekleştirmeye (Selbstbethätigung) dönüşmesi, bireylerin, kunduracı ile çiftçi arasındaki ilişki yerine (yani Platon’un kentinde ihtiyaçların belirlediği sınırlı ilişki yerine) kendi aralarında birey olarak kurdukları ilişkiye dönüşmesine karşılık gelir. İş bölümünün sonucunda, bireyleri hâlâ üretken güçler ve kendi varoluşları ile ilişki içinde tutan tek bağ olan çalışma aracılığıyla bireylerin “kendini gerçekleştirmesi” imkânsız hale gelir. Maddi hayatın üretimi ve öz-faaliyet (kendini gerçekleştirme), farklı bireylere dağılmasından ve maddi hayatın üretimini öz-faaliyetin ikincil bir biçimi olarak gören bireylerin sınırlanmasından dolayı tarih boyunca birbirinden ayrılmıştır. İş bölümü mükemmelleştikçe bu ayrım derinleşir, maddi hayat amaç, emek (maddi hayatın üretimi) ise araç olarak kendini gösterir. Ancak ve ancak iş bölümü ortadan kaldırılırsa, kendini gerçekleştirme, çalışmanın kendini gerçekleştirmeye dönüşmesine ve “şimdiye kadar insan ilişkilerinde koşullanmış bireylerin bireylerle ilişkilerinin başkalaşımına” (1968: 101) tekabül eden maddi yaşamla örtüşebilir. Böylece bireyler, iş bölümünü kişisel güçlerden (ilişkilerden) nesnel güçlere dönüştürerek bu nesnel güçleri boyun eğdirir ve iş bölümünü ortadan kaldırır.

Marx, işin zamanında yapılmadığında ziyan olacağına dair Platoncu yaklaşımın, İngiliz çamaşırhane işçilerinin fabrikalar hakkındaki yasada tüm işçiler için belirli farklı bir yemek saati belirleyen maddeye karşı isyanında da bulunabileceğini ileri sürer (1993: 412). İşçilere göre faaliyetler düzenlenemezdi; çünkü söz konusu ısıtma, yıkama, aklama, ütüleme, presleme ve boyama işlemlerinden hiçbiri zarar riski olmaksızın belirli bir zamanda kesintiye uğratılamaz; zira tüm işçilere aynı yemek saatini vermek, üzerinde çalışma süreci tamamlanmamış bazı değerli hammaddeleri bile tehlikeye atabilir (1993: 412). “Platonculuk, daha nereye edecek!” (1993: 413). Marx, Kapital’de, bu konuda tepkisini böyle ifade ederek, Platon’u kendi zamanına getirir ve bu konuyla ilgili olarak Platon’un Devlet metnine atıfta bulunur. Devlet’te Platon şöyle yazar:

Bir kimse bir işi yapmak için uygun zamanı kaçırırsa, o iş yapılmamış olur” zira “iş onu yapanın uygun zama-nını beklemez, işi yapan işe uymalıdır. Başka bir deyişle, yapılacak iş, onu yapmak zorunda olanın boş zama-nını bekleme eğiliminde değildir. İşi yapan kişi, onu ikincil bir uğraş olarak görmekten kaçınarak, yapılması gerekeni yapmaya kendini vermelidir” (2011: 1529).


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 202.

Marx bunu şöyle yorumlar:

Platon, topluluk içindeki iş bölümünü, ihtiyaçların çokluğu ve bireylerin eğilimlerinin tek yönlülüğü teme-linde geliştirir. Temel nokta, işçinin işe uyması gerektiğidir, tersi değil, ki bu aynı anda birden fazla sanat icra ettiğinde kaçınılmazdır ve bu nedenle bunlardan biri yan iş olarak yapılır. Bunun sonucu olarak, bir işçi doğal eğilimine göre ve doğru zamanda, diğer faaliyetlerden bağımsız olarak sadece tek bir şey yaptığında her şeyden daha fazla, daha iyi ve daha kolay üretilir (1993: 412).

Platon’un bu ifadeleri, başlangıçta özdeşleştirilenler arasında, yani iş ile işi yapan arasında bir ayrım olduğunun kabulü olarak da okunabilir. Platon’dan farklı olarak Marx, bu pozisyonda işi yapanın, yani insanın tarafındandır, işin değil. Son çözümlemede, Platon’un kentindeki çalışma tarzı, Aristoteles’in en iyi rejimindekine karşıt olarak değerlendirilebilirken, Marx ve Engels, Platon kentinin kurucu ilkesi olan iş bölümüne doğrudan karşıdır; çünkü iş bölümünün dayattığı işin kendisine karşıdır, bu perspektifte sadece bu anlayışlar karşıt olarak değil, aynı zamanda radikal karşıtlar olarak değerlendirilmelidir. Platon’a göre “iş zamanında yapılmazsa ziyan olur”, “iş” belirleyici olandır ve iş, insanı beklemez. Marx’a göre ise belirleyici olan insandır ve insanın kendini gerçekleştirmesi, yabancılaşmanın, özel mülkiyetin ve iş bölümünün ortadan kalkmasıyla mümkündür.

İş Bölümü ve Çağdaş Ekolojik Marksistler

İş bölümü konusunda bir geleneğin ve radikal olarak karşıt iki felsefi pozisyonun ortaya konması yani iş bölümünün Platon, Ksenophon ve Aristoteles’ten ve başlayarak Marx ve Engels’e uzanan felsefe geleneğinde (Rousseau hariç) sürekli olumlu olarak değerlendirilmesi ve Marx ve Engels’in bu konudaki radikal karşıt pozisyonu, kendilerinden sonraki filozof ve düşünürlerin bu konuda pozisyon almak durumunda kalmalarına yol açmıştır. Bu radikal karşıt pozisyon, Marx-Engels’i felsefe tarihinden kopuş olarak adlandırılmalarının temel sebeplerinden biri, belki de en önemlisidir ; yoksa örneğin Feuerbach Üzerine Tezler olarak anılan notların on birincisi yani “filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir” notu Marx’ı felsefe tarihinde radikal olarak konumlandırmaya tek başına yeterli değildir. Bu karşıtlıkta taraf olanlar dışında onları yakınlaştırma çabasında olanlar da mevcuttur. Örneğin Alain Badiou, ısrarla bu çabasını sürdürmektedir. Badiou, Platon’un Devleti adlı eserinde Devlet metnini günümüze birebir uyarlamaya çalışır ve bu eserde “iş bölümü” yerine polimorfik işçiyi -“Marx’ın çokbiçimli işçi dediği” (2012: 226) ifadesini kullanarak- önerir.

Radikal karşıt iki felsefi pozisyonunun ortaya konduğu Antik Yunan’dan başlayan iş ve iş bölümüne dair yapılan bu araştırma, ekolojik marksizm için farklı bir hareket noktası, farklı bir başlangıç olarak doğa yerine iş kavramı önerisi için taşıdığı potansiyel dışında iç sorunlarının da ortaya konması açısından elzemdir. Marx, 1844 Elyazmaları’nda ilk defa yabancılaşma bağlamında insan-doğa ilişkisi hakkında geliştirdiği felsefi pozisyonu (2009: 71-90) Kapital’de daha sarih hale şöyle getirir:

İş, her şeyden önce insan ve doğa arasındaki bir süreçtir; insanın metabolizmasını kendi işinin dolayımı vası-tasıyla doğa ile düzenlediği ve kontrol ettiği bir süreçtir. İnsan doğal bir güç olarak doğal maddenin kendisiyle karşı karşıya gelir. Doğal maddeyi


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 203.

kendi yaşamına yararlı bir formda uygun hale getirmek amacıyla fiziksel varlığına, kollarına ve bacaklarına, başına ve ellerine ait doğal güçleri harekete geçirir. Bu hareket aracılığıyla kendi dışındaki doğaya etki ederek ve onu değiştirerek, aynı anda kendi doğasını da değiştirir (1993: 199-200).

Marx teknik olarak işin genel tanımını verir ve ekonomi tarafından tam olarak indirgenememiş genel bir iş kategorisini ortaya koyar. Kaynağı insanın kendi doğal karakterinde olan işin doğal boyutunu hatırlatır ve ekonomistlerin anlayışından çok daha geniş bir anlamda işin üretim boyutunu vurgular -ki bu boyut onun kendini gerçekleştirme olarak ve toplumsal olarak değerini gündeme getirir. Dolayısıyla, modern iş anlayışından öte, bu anlayışın da temelinde bulunan ve en genel anlamıyla işin üretken boyutunu içeren bu vurgu, çalışmanın, işin ve dolayısıyla iş bölümünün ortaya çıkışının insan toplumlarının Sanayi Devrimi’nden önceki bir gerçekliği olduğu üzerindedir. Bu argümanı ve tarihsel gelişimini Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni eserinin “Barbarlık ve Uygarlık” başlıklı bölümünde detaylı inceler (2021: 177-200). Ekonomik indirgemeye uğramadan insanın doğayla ilişkisinde söz konusu olan işin bu ilk boyutunun göz önünde bulundurulması gerekir; zira iş sorunu doğrudan doğruya insanın doğa üzerindeki kontrolü sorunu yani çağdaş bir adlandırmayla ekolojik sorundur. Canlı varlıkların metabolizmalarının çevreyle değişim ilişkisi, insan söz konusu olduğunda ihtiyaçların karşılanmasında (nefes alıp vermek gibi birkaç istisna dışında) ciddi farklılaşır, iş ve üretim biçimini alır dolayısıyla son çözümlemede iş sorunu ekoloji ve ekonominin kesiştiği noktadır. İşin tamamen ekonomiye indirgenmeden önce bu boyutuyla ele alınması, iş sorunun doğa sorunun kılavuzu ve hatta anahtarı olabilmesini sağlayabilir. Son çözümlemede insan-doğa arasındaki bir süreç olarak iş düşünüldüğünde, insan-iş ilişkisinin ve iş-doğa ilişkisinin göreli olarak daha basit bir formda olmaları yanı sıra hipotez olarak önceliklerinden de bahsedilebilir. Bu araştırmanın sonuç kısmında yer verilen doğayı konumlandırma güçlüğü ve insan-doğa ilişkisinin girift yapısından kaynaklanan sorunlara rağmen çağdaş ekolojik Marksistler açısından insan-doğa ilişkisi belirleyicidir; başka bir deyişle Marx’ın metinlerinden ekolojik bir yorum çıkarmak amacıyla insan-doğa ilişkisine odaklanırlar; lakin amaç ile başlangıç noktasının ya da belirleyici eksenin çakışması zorunlu değildir. Bahsi geçen ekolojik yorum insan-iş ilişkisinden hareketle de çıkarılabilir gibi gözükmektedir. İnsan-iş ilişkisinin genel olarak çağdaş ekolojik Marksistlerin doğrudan odaklandıkları bir konu olmadığı, bu araştırmada ortaya konulan radikal karşıtlıkta Marx’ın pozisyonunun tarafında oldukları lakin iş ve iş bölümünün, insan-iş ilişkisinin ekonomik indirgeme olmaksızın pek ele alınmadığı iddia edilebilir. Örneğin, Daniel Tanuro, iş bölümünü kapitalist sömürü ve ekolojik yıkımın temel bir özelliği olarak görür; ona göre mevcut iş bölümünden farklı yeni bir iş birliği biçimi ve ekonomik sistemde temel bir dönüşüm gerekmektedir (2011). Tanuro, Kapitalizmin doğası gereği çevreye zarar verdiğini, çünkü ekolojik sürdürülebilirlik yerine kâra öncelik verdiğini savunarak ekolojik krizi aşmanın tek yolunun, kapitalizmde var olan iş bölümüne karşı çıkarak ekonomik sistemi temelden dönüştürmektir (2011). Tanuro son çözümlemede iş bölümünü kapitalist sömürünün temel bir özelliği olarak görmektedir. Zihinsel ve kol emeğinin birbirinden ayrılmasının yanı sıra farklı endüstriler ve bölgeler arasındaki iş bölümünün, kapitalistlerin işçilerden ve kaynaklardan artı değer elde etmesine olanak tanıdığını savunur (2011). Tanuro, kapitalist iş


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 204.

bölümünün yerini alacak yeni bir iş birliği biçimine duyulan ihtiyacı ortaya koyarken yeni iş birliği biçiminin, planlamaya daha demokratik ve katılımcı bir yaklaşımın yanı sıra ekolojik sürdürülebilirliği daha fazla içermesi gerektiğini ifade eder (Graham, 2023). Bu anlamda, Tanuro, belirli bir tarihsel dönemin iş bölümü anlayışından bahsetmekte ve yeni bir iş birliği biçiminde alternatif bir iş bölümü modeli üzerinde durmaktadır. İş bölümünün kendisinin sorgulanması gündeme getirilmez; bu aslında temelde Marx’ın ekonomi tarafından tam olarak indirgenememiş genel bir iş kategorisinin göz ardı edilmesi olarak yorumlanabilir. Diğer bir çağdaş, James O’Connor ise temelde iş ve doğa arasındaki ilişkiyi ve işin çevreyi nasıl etkileyebileceğini vurgular (Spence, 2000). O’Connor’un genellikle ekolojik görüşleriyle ilişkilendirilen “ikinci çelişki” tezi, kapitalizmin hem emeği sömürme hem de doğadan kaynak çıkarma ihtiyacı nedeniyle bir birikim kriziyle karşı karşıya olduğunu, kapitalizmin birikim güdüsünün ekolojik krizlere yol açtığını ve işin çevre için sürdürülebilir bir şekilde örgütlenmesi gerektiğini savunur (1980). O’Connor, iş-doğa ilişkisini temele alırken insan-iş ilişkisi ise kapitalizmin emek sömürü altında yorumlanmakta, dolayısıyla yine ekonomik indirgemeden yeterince nasibini almış gözükmektedir. Paul Burkett ise Marx’ın teorisi ile ekoloji arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşır, kapitalizmde iş bölümünün sonucunda işçilerin birbirlerinden olduğu kadar doğal dünyadan da kopmalarına yol açtığını savunmaktadır ve Burkett’e göre bu kopuş, işçileri kendi metalaştırılmış geçim araçlarını üretmek için gerekli olandan daha uzun çalışma sürelerini kabul etmeye zorlayan şeydir (Aguiar, 2007). Burkett, Marx’ın kapitalizm eleştirisi ve gelecek vizyonunun merkezinde yer alan üretim sürecinde doğanın rolünü anlamanın önemini vurgulamaya çalışır; zira Marx’a göre hem doğa hem de iş zenginlik ya da kullanım değerlerinin üretimine katkıda bulunur ve iş, ancak “insan ve doğa” arasında madde alışverişini gerçekleştirerek zenginlik üretebilir (Empson, 2015). Burkett’e göre, iş bölümü üretimi yerel doğal koşullara göre daha az, üreticiler arasındaki sosyal bağlantılara göre daha çok belirler (Wark, 2015) ve üretim, insan ihtiyaçlarını sürdürülebilir bir şekilde karşılamaktan ziyade kâra yönelik hale geldiğinde ekolojik sorunlara yol açmaktadır (Aguiar, 2007). Burkett son çözümlemede, iş bölümünün kapitalizmin ekolojik sonuçlarını anlamak için önemli bir konu olduğunu ve Marx’ın teorisinin bu sorunların nasıl ele alınacağına dair önemli içgörüler sağladığını öne sürmekte olsa da insan-iş ilişkisinin ekoloji sorunuyla doğrudan bağını kurmaktan kaçınır, vurgu ve hareket noktası “insan-doğa” ilişkisi üzerinde kalır. Ekolojik anlayışın, büyümenin peşinde koşan değerlere dayalı bir toplumsal örgütlenmenin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir toplumsal ilişkiler dönüşümü perspektifinden ayrılamayacağını savunan André Gorz, İşçi Sınıfına Veda adlı eserinde bir zamanlar kapitalizmi yıkabilecek devrimci güç olarak görülen geleneksel işçi sınıfının artık ortak bir misyona sahip birleşik bir grup olarak var olmadığını savunur (Hyman, 1983). Gorz, üretken işin doğasının öncelikle artan iş bölümü yoluyla evrimleştiğini ve işçi kolektifinin üretken gücünün bir bütün olarak toplum için uyarlanmış bir özgürleşme aracı haline gelebileceğini hayal etmeyi imkânsız kıldığını iddia eder (Fourel, 2014). Gorz bunun yerine, çalışmanın artık toplumun merkezi örgütlenme ilkesi olmadığı bir çalışma sonrası toplumu gündeme getirir ve evrensel temel gelirin, ekonomik baskının acısını azaltmaya yardımcı olabileceğine ve çalışanların işe karşı çıkma ve işi reddetme


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 205.

becerilerini güçlendirebileceğini ileri sürer (Vrasti, 2017). Gorz’a göre ücretli iş ekonomisine katılımın kısıtlanması ve kapitalizmin üretimci ideallerine karşı çıkılması gerekir (Harris, 2023). Gorz’un çalışma sonrası toplum önerileri ve düşüncesinde kapitalist toplumlarda var olan yapısal eşitsizliklerin ağırlığı tartışmalı olsa bile oldukça özgün bir yaklaşımı olduğu konusunda hakkını teslim etmek gerekirken ekolojinin ekonomik indirgemeye uğramadığını iddia etmek biraz güçtür. John Bellamy Foster ise kapitalist iş bölümünün kaldırılmasını, yararlı ve zevkli işlerin merkeziliğini vurgulayan William Morris’in görüşleriyle bağlantılı olarak dile getirmiştir (2017). Mevcut iş bölümüne meydan okuma ve dönüştürme ihtiyacı konusunda Morris ile benzer bir perspektifi paylaştığı yorumunu çıkarmak mümkündür. Edward Bellamy’nin çalışma hakkındaki görüşleri bağlamında Foster, Bellamy’nin çalışmayı hala bir zevkten ziyade bir acı olarak gördüğünü ve nihai amacın onu aşmak olduğunu belirtmektedir. Mevcut çalışma anlayışı yerine çalışmaya daha tatmin edici ve anlamlı bir yaklaşım getirilmesi gerektiğini savunur (2017). Foster’a göre, insanın işi ile yabancılaşmasıyla doğanın sömürülmesi arasındaki ilişki sermayenin “doğanın özgür armağanlarına” el koymasına dayanır (2020). Bu anlamda Foster insanın işi ve doğanın karşılıklı bağımlılığını ve her ikisinin de yabancılaşmasını analiz etmeyi önerir. Foster’ın bu önerisi kapitalizm öncesi toplumları da dahil ederek düşünülebilse insan-iş ilişkisinden başlamak önerisine en yakın çağdaş ekolojist Marksist yorum olduğu iddia edilebilir

Sonuç

Ekolojik Marksizm için belirleyici bir hareket noktası olduğunu varsaydığımız insan-doğa ilişkisi yerine; insan-iş ilişkisinin hareket noktası olarak önerisine dair bu çalışmanın temel sebeplerinden birisi “doğa”nın konumlandırılmasının güçlüğüdür. Doğa, insanın dışında konumlandırıldığında ayrı, insanı doğanın bir parçası ya da insanla doğayı bir bütün olarak ele almaya çalışıldığında ayrı problemler ile karşı karşıya gelinir. Doğa insanın dışında konumlandırıldığında nesneleşmesinden kaçınılamaz; doğanın nesne olduğu bir anlayışın da ekolojik olması beklenemez. Diğer durumda ise ilişkinin terimleri muğlaklaşır; parça-bütün ilişkisi ya diyalektik problemi ya da ontoloji problemi getirir. Örneğin doğaya içsel bir değer atfedilirse onu besleyen ontolojik bir statü verilmesi gerekir (Humphrey, 2003). Marx’ın doğa görüşünden incelikli bir çalışmayla doğanın içsel değerini çıkarmanın yanı sıra toplumdan ayrı bir doğanın hiçbir anlamı olmaması sebebiyle “dışsal doğa” kavramının reddini gerektirir; zira bu anlayışta doğanın nesneleşmemesi gerekir lakin bu en hafif tabirle diyalektiğe rahmet okutmak anlamına gelir. İnsan-doğa ilişkisinden yola çıkmanın olası problemli sonuçlarından bir örneğini Foster, “kapitalizm altında doğanın yabancılaşmasına işaret eden daha gelişmiş diyalektik bir perspektifi dışladıkları” iddiasıyla sonlandırdığı Neil Smith ve Noel Castree eleştirisinde yer verir (2016). Bir başka problem ise Antik Yunan’da phúsis (φύσις) olarak adlandırılan kavramın doğrudan “doğa” olarak düşünülmesidir. Bu konudaki felsefe metinlerini okurken kavramın çok anlamlılığın gözetilmesi gerekir; zira phúsis (φύσις), “doğa” anlamında, canlı ve cansız varlıkların özellikleri ve nitelikleri de dahil olmak üzere doğal dünyaya atıfta bulunabilir, “kişilik” olarak, kişinin huy ve eğilimleri de dahil olmak üzere kişiliğinin doğasını tanımlamak için kullanılabilir, “form ve şekil” anlamında doğal dünyadaki şeylerin biçim ve şekline de atıfta bulunabilir, “yerleşik ya da doğal düzen” olarak (hristiyan teolojisinde)


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 206.

şeylerin kurulu ya da doğal düzenini ifade etmek için kullanılabilir ve Aristoteles’in en yüksek insani “iyi” için kullandığı terimdir. Yine phúsis kavramının kapsayıcı bir “bütüne” dair vurgusu, onun üzerinden çalışmayı da bu anlamda güçleştirir. Son çözümlemede, doğa (phúsis) yerine işten (érgon) yola çıkmak önerisi, başka bir deyişle insan-doğa ilişkisi yerine insan-iş ilişkisinden başlayarak ekolojik bir çıkış bulmak, anlayış geliştirmek; belki phúsis kavramının kökenindeki çok anlamlılığından da kaynaklanan problemlerden münezzeh bir pozisyon için öneri olabilir. Bu öneri aynı zamanda Marx-Engels öncesine de ekoloji tartışmasında yer vermek anlamına da gelir; böylece iş kavramından yola çıkmanın da ilk bölümde tartışılan başka problemleri ( örneğin Antik Yunan’da iş ve iş bölümü kavramının olup olmadığı) ortaya çıkarabileceğini göz ardı etmeden, felsefe tarihinde iş ve iş bölümünün ele alınmasının ekolojik yaklaşımın tarihsel sürekliliğini kurma imkanını da içinde taşıdığı iddia edilebilir.

Kaynakça

Acton, P. (2014) Poiesis : Manufacturing in Classical Athens, New York : Oxford University.

Aguiar, J. (2007) “Capital and Nature: An Interview with Paul Burkett”, https://climateandcapitalism.com/2007/04/26/capital-and-nature-an-interview-with-paul-burkett/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Aristote (2014) Œuvres Complètes, (Bütün Eserler), Pierre Pellegrin, Paris : Flammarion.

Augustin, S. (1854) La Cité de Dieu, Paris : Chez Jacques Lecoffre Et Cie, Libraires.

Badiou, A. (2012) La République de Platon, Paris: Librairie Arthème Fayard.

Beaufret, J. (1973) Dialogue avec Heidegger Philosophie Grecque, Paris: Minuit.

Descat, R. (1986) L’acte et L’effort Une ideologie du travail en Grèce ancienne (VIIIe-Ve siècle av. J.-C.), Paris: Les Belles Lettres

D’Hombres, E. (2005), Une «société d’individus» : généalogie de la problématique de l’intégration, Basılmamış Doktora Tezi, Lyon: Université Lumière Lyon 2.

Diderot, D. ve J. L. R. d’Alembert (1751) Encyclopédie ou Dictionnaire raisonné des sciences, des arts et des métiers, Paris : Chez Briasson, Chez David, Chez le Breton, Chez Durand.

Empson, M. (2015) «Marx and Nature: A Red and Green Perspective”, https://climateandcapitalism.com/2015/01/04/marx-nature-red-green-perspective/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Engels, F. (1986) Herrn Eugen Dührings Umwälzung der Wissenschaft, Anti-Dühring, Stuttgart : Dietz.

Engels, F. (2021) Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, İstanbul : Türkiye İş Bankası Kültür.

Ferguson,A. (2007) An Essay on the History of Civil Society, Cambridge : Cambridge University.

Foster, J. B. (2016) “Marx’s Ecology and the Left”, https://monthlyreview.org/2016/06/01/marxs-ecology-and-the-left/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Foster, J. B. (2017) «The Meaning of Work in a Sustainable Society», https://monthlyreview.org/2017/09/01/the-meaning-of-work-in-a-sustainable-society/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Foster, J. B. (2020) “Return of Nature and Marx’s Ecology”, https://johnbellamyfoster.org/articles/return-of-nature-and-marxs-ecology/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Fourel, C. ve F. Gollain, (2014)“André Gorz: Thinker of Emancipation” https://booksandideas.net/Andre-Gorz-Thinker-of-Emancipation, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Graham, N. (2023) “Planning and the Ecosocialist Mode of Cooperation”, https://monthlyreview.org/2023/07/01/planning-and-the-ecosocialist-mode-of-cooperation/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Harris, N., J. Z. Garcia ve L. Ford (2023) “André Gorz and contemporary Frankfurt School Critical Theory: Alienation, eco-socialism and post-productivism”, https://journals.sagepub.com/doi/full/10.1177/1468795X221145833 , indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Hume,D. (1960) A Treatise of Human Nature, Oxford : Clarendon.

Humphrey, M. (2003) “’New Marx for Old? Marxism, Humanity, and Ecology’, Preservation Versus the People? Nature, Humanity, and Political Philosophy”, https://doi.org/10.1093/0199242674.003.0005, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.


Alttaki sayfadan basılı versiyona göre alıntı yapın:

Seçkin, A. Y. (2024). “Ekolojik Yaklaşım için Alternatif Bir Başlangıç Önerisi: Felsefe Tarihinde İş ve İş Bölümü”, Praksis, 64 (2024/1), 207.

Hyman, R. (1983) ”Andre Gorz and his Disappearing Proletariat”, Miliband, R ve John Saville (der.), The Socialist Register 1983 içinde, London: The Merlin.

Kant, I. (1786) Grundlegung zur Metaphysik der Sitten, Riga : bey Johann Friedrich Hartknoch.

Khaldûn, I. (1997) Discours sur l’histoire Universelle, Al-Muqaddima, Paris : Sindbad.

Mandeville, B. (1991) La Fable des Abeilles, Paris: Libraire Philosophique J. Vrin.

Marx, K. (1993) Le Capital, Critique de l’économie politique, Paris : Presses Universitaires de France.

Marx, K. (2009) 1844 El Yazmaları , İstanbul : Birikim

Marx, K., ve F. Engels (1975) Collected Works, Cilt 30, New York:International Publishers.

Marx, K, ve F. Engels (1976) Gesamtausgabe Abt. 2. Das Kapital und Vorarbeiten Bd. 3. Zur Kritik der politischen Ökonomie (Manuskript 1861 – 1863) / Karl Marx Text : Teil 1, Berlin: Dietz.

Marx, K, ve F. Engels (1991) Gesamtausgabe Abt. 2. Das Kapital und Vorarbeiten Bd. 10. Das Kapital Kritik Der Politischen Ökonomie Erster Band Hamburg 1890/ Karl Marx Text, Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels (2004) Marx-Engels-Jahrbuch 2003, Die Deutsche Ideologie : Artikel, Druckvorlagen, Entwürfe, Reinschriftenfragmente und Notizen zu « I. Feuerbach » und « II. Sankt Bruno », Berlin : Akademie Verlag.

Marx, K. ve F. Engels (1968) L’idéologie Allemande, Paris: Éditions Sociales.

O’Connor, J. (1980) “Review Essays: The Division of Labor in Society: (Emile Durkheim, The Division of Labor in Society, The Free Press, New York, 1964.)”, https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/089692058001000108, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Peaucelle, J.-L., (2006) “Adam Smith’s use of multiple references for his pin making example “, The European Journal of the History of Economic Thought, 13 (4): 489-512.

Petty, S. W. (1888) Essays On Mankind And Political Arithmetic, London: Cassell & Company.

Platon (2011) Œuvres Complètes, (Bütün Eserler), Luc Brisson, Paris : Flammarion.

Pöhlmann R. v (1925) Geschichte der sozialen Frage und des Sozialismus in der antiken Welt, Münih: C. H. Beck’sche.

Réaumur, R. A. F. d. (1761) Art de l’Épinglier, Paris : Saillant et Nyon.

Rousseau, J.-J. (1856) Œuvres Complètes, Paris : J. Bry Aîné.

Smith, A. (1937) An Inquiry Into The Nature And Causes Of The Wealth Of Nations, New York :The Modern Library.

Spence, M. (2000) “Capital Against Nature: James O’Connor’s theory of the second contradiction of capi-talism. Capital & Class”, https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/030981680007200105 , indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Tanuro, D. (2011) “Foundations of an ecosocialist strategy”, https://climateandcapitalism.com/2011/09/01/foun-dations-of-an-ecosocialist-strategy/ , indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Vernant, J. (1956) Aspects psychologiques du travail dans la Grèce ancienne, La Pensée, 66: 80-84.

Vernant, J. (1988) Mythe et pensée chez les Grecs: Études de psychologie historique, Paris: La Découverte.

Vrasti, W. (2017) “6 Things André Gorz Can Teach Us About Building a Post-Work Society”, https://no-varamedia.com/2017/08/08/6-things-andre-gorz-can-teach-us-about-building-a-post-work-society/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Wark, M. (2015) “Marx and Nature”, https://publicseminar.org/2015/01/marx-and-nature/, indirilme tarihi: 23 Ağustos 2023.

Xénophon (1949) Économique, Paris : Les Belles Lettres.